Bizler, millet olarak sporu spor yapmadan severiz.
Bedenin spor yapma ihtiyacını futbol takımı tutarak, futbol konuşarak, futbol seyrederek karşılamaya çalışırız.
Herkes öyle değil elbette. Ama büyük ekseriyetimiz öyle.
Ben de sporla ilişkimi haftada birkaç gün yarım saatle bir saat arası yürüyüşlere kadar indirdim.
Neyse... Siyaset kendi mecraında yürüyor.
Şu yaz gününde, milletimizin büyük ekseriyetinin yaptığı gibi, spordan bahsederek spor ihtiyacımızı karşılayalım!
Bu sıralar, dünya kupası maçları oynanıyor.
Ben, müsait olduğum zamanlarda dünya kupası maçlarından bazılarını seyrettim.
Sizde de öyle mi oluyor? İnsan, maç esnasında takımlardan birisini tutuyor.
Tutmazsa, seyredemiyor.
Peki hangi takımı tutacaksın?
Mısır’la Uruguay oynuyor. Kimi tutacaksın?
Sisi’den dolayı Mısır’a mesafeliyiz ama, maç sırasında Sisi’yi bağlam dışı bırakıp Mısır’ı tutuyoruz.
Neden?
Bir sürü sebep yazarsın ama, son tahlilde iş ‘Müslümanlık’a bağlanır.
Şimdi ben, bu kupalarda, takımlardan biri Müslümansa onu tercih ettim.
Rakiplerine karşı Mısır’ı, Senegal’i, Tunus’u, Suudi Arabistan’ı, İran’ı, hatta Nijerya’yı tuttum.
Peki Mısır’la Suudi Arabistan oynarken kimi tuttun?
Maçı seyretmedim ama, Mısır’ın kazanmasını tercih ederdim.
Müslüman ülkelerin takımları nadiren çeyrek finale kalıyor.
Nitekim, ilk turlardan sonra Müslüman takımlar bitti.
Müslüman takımlar bitince, sıra içinde Müslüman oyuncu olan takımlara geliyor.
Sonra, daha az emperyalist olan takımlara.
Sonra, Avrupalılar’a karşı Latin Amerika takımlarına.
En son, Avrupa takımları birbiriyle oynarken İspanya, Portekiz, İtalya gibi görece ‘Latin’ bulduğumuz takımlara.
Eğer mümkünse, yani hala elenmemişlerse, Asya takımlarına.
Peki tuttuğun takımın haksız yere kazanmasını ister misin?
Hiç istemem.
Oynasın, kazansın. Oynamıyorsa kaybetsin.
Bu tipik ‘azgelişmiş ülke’ görünümlü tercihleri yaparken, senin tuttuğun takımların kaybedeceğini biliyorsun.
İstatistikler öyle gösteriyor.
İçimizdeki ‘kumarbaz’ın da etkisi var bu tercihlerde.
‘Sürpriz’e oynuyorsun. Ez-kaza galip gelirsen hasılat daha yüksek oluyor.
Yok yok! Kumar oynamıyoruz!
Sürprizin kazanması daha fazla sportif tatmin sağlıyor.
Mesela, Kore’yle Almanya’yı seyrederken, Kore’nin galip gelmesi öyle bir şeydi.
Politik hafıza ile atbaşı giden bir spor hafızası da bu durumlarda devreye giriyor.
1982 senesinde Cezayir Almanya’yı ve Şili’yi yenmişti.
Son maçta Almanya Cezayir’e 3 atarsa Cezayir’le Almanya turu geçecek.
1 ya da 2 atarsa Cezayir elenecek.
Dünyanın en ayıp maçlarından biri oynandı.
Almanya Avusturya’ya 1 tane attı ve iki takım bu skorun üstüne yatarak tutu geçtiler.
‘Rezalet beş paraya indi’ denir ya... Avusturyalı spiker seyircilerden televizyonlarını kapatmalarını rica etti.
Demek ki, adaletsizlik, maçta da olsa, namuslu insanları yaralıyor.
Haksızlık olduğu zaman rahatımız bozulmuyorsa, haksızlık bizim lehimize olunca mutlu oluyorsak, ‘iyi haksızlık’ diye bir kavram içimizde türemişse, insan olarak işimiz bitmiştir.
İmtihanımız da bitmiştir.
Evvelsi akşam, İngiltere-Hırvatistan maçı oynanırken bir Boşnak arkadaşımla aynı mekandaydık.
İngiltere’yle Hırvatistan oynarken Hırvatlara biraz meylediyorum ama, bir Taraftan da Mostar Köprüsü’nü hatırlıyorum.
Soruyorum arkadaşıma... Bu maçta Hırvatistan’ı tutmak caiz mi?
Hayır, caiz değil dedi.
Arkadaşım ‘caiz değil’ deyince, maçı tarafsız seyrettim.
Yahu, senin hiç futbol zevkin yok mu? İşin gücün politika mı?
Var tabii. Bu kupalarda en çok Belçika’yı beğendim.
Brezilya Brezilya gibi oynasa, kaybetse bile beğenirdim.
Ronaldo harikaydı.
Uruguay da çok güzeldi.
Kupa maçlarında böyle tercihler yaparken, bir yandan da kendimi seyrediyorum.
Dini, milli ve politik faktörlerin spor müsabakalarında bile bizleri yönlendirmesinin tuhaflığını. Hatta gülünçlüğünü...
(Bu tuhaflığı seyretmek, maç seyretmekten daha ilginç.)
Bunun iyi bir şey olduğunu söyleyemem. Bir fazilet atfedemem.
Kötü bir şey olduğunu da söyleyemem.
İnsanız işte, böyle hallerimiz var. Basit, küçük hallerimiz.