Amerikalılar, biliyorsunuz, çalışma gruplarında geliştirdikleri geleceğe dair birtakım varsayımları tartışmayı severler.
Türkiye’nin geleceğini de, başka memleketlerin geleceğini de konuşurlar.
‘Tek kutuplu dünya’nın tek kutbudur ABD, konuşur.
Patronumuz sayılırlar. Hakkımızda başka senaryolar da yazabilirler.
96 veya 97 yılıydı. Milliyet’te bu senaryolarla ilgili bir haber okumuştum.
O yılları hatırlasanıza, Neokonlar 28 Şubat’ı tezgahlıyorlar.
ABD’nin 2000 yılıyla ilgili varsayımlarından bahsediyordu haber.
Haberin ayrıntılarını şu anda hatırlamam mümkün değil. Ama, muhtemel senaryolardan biri dikkatimi çekmişti.
Senaryoya göre, 2000 yılında Türkiye İran’a savaş açıyordu.
Herhalde beni rahatsız ettiği için hatırımda kaldı bu senaryo.
***
İran ve Türkiye, Ortadoğu’daki iki güçlü Müslüman ülke.
Herhangi iki veya daha fazla Müslüman ülkenin birbiriyle savaşması bizi tabii ki rahatsız eder.
Bu iki büyük ülkenin arkasındaki tarihi birikim belki sıkı-fıkı dostluğa elvermeyebilir.
(Tarihi birikim derken, siyasi tarihi de, dini tarihi de dahil ediyorum.)
Fakat şu belalı, şu mihnetli dünyada birbirleriyle kavga etmeleri de akıl karı değildir.
Birbirlerini anlamaları, çatışmaya sebep olabilecek sorunları çözemeseler bile kontrol altına almaları ‘ümmet’in menfaatinedir.
Allah’a şükür bu güne kadar böyle bir çatışma çıkmadı.
Dolayısıyla, Amerikalıların 90’larda yaptığı ‘fikir jimnastiği’ gerçek hayatta karşılık bulmadı.
Türkiye, Rusya ve İran’ın yaklaşık bir yıldır bilhassa Suriye sorunu üzerinden tesis ettikleri iletişim zemini verimli oldu.
Hatırlayın, bundan önce, bizim medyamızda İran aleyhtarlığı revaç bulmuş, kavmiyetçi, mezhepçi bir ‘Acem’ edebiyatı almış başını gitmişti.
O edebiyatın da, dikkat ettiyseniz, son aylarda dozu düştü.
Artık sosyal medyada ikide bir burnunuza dayamıyorlar.
İyi oldu.
‘İyi oldu’ demek, iki ülke politikalarının çeliştiği noktaları görmemek anlamına gelmez.
Görelim, ama, ağyarı sevindirecek şekilde aramızda maraza çıkmasına izin vermeyelim.
Şimdi, Türkiye-İran-Rusya arasındaki yakınlaşma yeni bir ‘pakt’a mı dönüşüyor?
Türkiye, ABD’ye sırtını dönüp kurulması muhtemel başka bir dünyaya mı göz kırpıyor?
Hani, İsmet Paşa’nın Johnson mektubuna mukabil “Yeni bir dünya kurulur Türkiye de bu düzende yerini alır” diye bir cevabı vardı, öyle mi oluyor?
Herhalde, böyle bir soru sormak caizdir.
Çünkü, Suriye’de, bilhassa ‘Zeytin Dalı’ Harekatı arefesinden itibaren birbirimizle hatır gözetmeden konuşmaya başladık.
***
ABD’nin Savunma Bakanı Mattis Menbiç’ten Afrin’e terörist intikali olduğunu doğruluyor ve “Menbiç’te biz varız. Bizi vurursanız sert bir şekilde karşılık veririz” diyecek kadar ileri gidiyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise, ABD’li meslekdaşının Türkiye ziyareti öncesinde “Artık söz ve vaat istemiyoruz. Ya bu ilişkiler düzelecek ya da tamamen bozulacak” mesajı veriyor.
Kuvvetli bir mesaj.
Demek ki Tillerson davulla, zurnayla karşılanmayacak.
Eğer bir yol bulunmazsa, ABD bizim ‘beka meselemiz’i anlamazsa, Türkiye’nin soğuk savaş yıllarından beri takip ettiği çizgi tarihteki en büyük ‘kriz’ini idrak edecek.
Müttefiklik ilişkisi gerçek olmaktan çıkacak, bir hatıraya dönüşecek.
Bunun iyi bir tercih olup olmadığını şimdiden bilemeyiz.
Ancak yaşayınca anlayabiliriz.
Türkiye gibi bir ülkenin, bu süreçlerin sonunda oluşacak statüye intibakı kolay değil.
Biz, şartlara göre, doğuya yakın batılı veya batıya yakın doğulu olmaya alışmışız.
Kafamız ve tecrübemiz buna müsait.
Fakat, zaruret hasıl olunca, bir hayat memat ikilemiyle karşılaşınca, insanoğlu en namüsait şartlara bile uyum sağlayabiliyor.
Ben, Türkiye’nin kendisini dünyanın doğusuna ve batısına ‘olduğu gibi’ kabul ettirmenin bir yolunu bulmasını tercih ederim.
Belki de öyle olur.
İyi şeyler temenni edelim, belki gerçekleşir.