15 ay sürdü. 45 binden fazla Filistinli insan denen mahlukun sahip olabileceği bütün değerlerle birlikte vahşice katledildi. Büyük bir yıkımdı, tüm insanlık için.
Böyle bir vahşet cereyan ederken yeryüzünün herhangi bir yerinde mevcut olmak bile yeterince yıkıcı.
Çocuklar, kadınlar, erkekler, hiç savunmasız ve tamamen masum oldukları halde, siz yaşarken, siz işinize gücünüze bakarken öldürülüyor.
Bunun izi ruhtan silinemez.
Ruhlar haşr olunduğunda bu hadiseye tanık olanların ruhlarındaki yara izleri görünecek, öyle zannediyorum.
‘Sınav’ kelimesinin insanların sebep olduğu, elleriyle işlediği kötülükler için kullanılmasını pek sevmiyorum.
Önce kötülüğü kayda geçirmemiz lazım. ‘Sınav’ adlandırması kötülüğün kötülüğünü geri iten bir kolaylık sanki.
Ama sınavı da yabana atmıyorum. Bir taraftan da sınav.
Bazılarımızın kaybettiği, bazılarımızın kazandığı bir sınav.
Hafta başında yazmıştım (Adı isterse Olga olsun) kazananlar ve kaybedenlerle ilgili.
“Rejimlerimiz kaybetti, cumhuriyetlerimiz, krallıklarımız, cumhurbaşkanlarımız, meliklerimiz, emirlerimiz, dini liderlerimiz, ulemamız…”
Ve devam etmiştim:
“Kaybetmenin de bir adabı var. Üzülürsün, mahcup olursun, boyun bükersin. Bizim ağalar öyle değil. Avurtlarını şişire şişire yüksek palavralar atmaya devam, yeryüzünde kasıla kasıla yürümeye devam.”
Kaybetmekle kalmadık, yenildik.
Araplar, Türkler, Kürtler, Farslar, hepimiz.
1967 savaşındaki her nedense sadece Araplara hasrettiğimiz yenilgiden çok daha ağır, çok daha yüz kızartıcıydı bu seferki yenilgimiz.
İsrail, İsmail Heniye’yi Tahran’da misafirken öldürdü.
İran rehberi Hamaney’in güvenli bir yere götürüldüğünü bile duyduk.
Bu çaresizliği sadece İran’a mı izafe etmeliyiz?
Muhtemelen o, İsrail’e fiilen saldırdığı için öncelikli bir hedefti.
Ama Heniye cinayetinden anlamalıyız ki, İsrail’in içimizden birini, isterse siyasetçi olsun, lider olsun, evinde öldürmesi ihtimal dahilinde.
Bu, yenilginin derin bir seviyesidir ve herkesi kapsar.
İsrail, Gazze’de ‘dışarıdakiler’i yendi. Gazze’nin dışındakileri.
İçeridekileri, Gazze’dekileri öldürdü.
Evlerini yıktı. Hastanelerini yerle bir etti.
Ama yenemedi.
Burada çelişkili bir durum var. Belki 100 bin insan öldürdü İsrail.
Gazze’yi dümdüz etti.
İsrailciler, bunun Gazzelilere karşı kazanılmış bir ‘zafer’ olduğunu söyleyebilir mi?
Var mı ‘zafer’ diyen?
‘Soykırım’ diyen var.
Katar’dan gelen ateşkes haberi dünyada olabilecek en güzel haberdi.
Sevindim.
Bu kadar acının ardından sevinilebilir mi?
Bunun üzerinde de durdum.
Filistinlilere baktım. Sordum da.
Seviniyorlar. Kutluyorlar. Türküler söylüyorlar. Gazze’dekiler bile.
Ne olduysa, en şiddetlisini onlar tecrübe ettiler. Acının magmasındalar ve sevindiler.
İnsanız, böyleyiz işte, hüzün ve sevinç, rüzgârın evirip çevirdiği bir yaprağın önüyle arkası gibi.
Andrew Mitrovica Al-Jazeera’da yazmış. (Ben Soykırım haberlerini daha çok Al-Jazeera’dan takip ettim.)
“Filistinli kız ve erkek çocuklar rahatlamış bir şekilde dans ediyor. Aylarca süren keder, kayıplar ve üzüntüden sonra neşe geri döndü. Gülümsemeler geri döndü. Umut geri döndü.”
“Dünya Filistinlilerin kararlı direnişini teslim etmelidir” diye devam etmiş.
“İşgalcinin amacı Filistinlilerin iradesini ve ruhunu kırmaktı. İşgalci bir kez daha başarısız oldu.”
“Filistinliler yorulmazlar, tıpkı İrlanda ve Güney Afrika’daki kardeşleri gibi, boyun eğmezler.”
Filistinlilere bu kadar övgü fazla mı?
Bir firavun cehennemiydi yaşadıkları. Bence fazlasını hak ettiler.
Mitrovica bir de ‘utanç’ başlığı açmış.
Soykırıma izin verme utancını sonsuza dek taşıyacak politikacılar ve hükümetler için.
“Masumların toplu katliamını durdurmak yerine buna imkân sağladılar. Açlık ve hastalığın bebeklerin ve çocukların canını almasını engellemek yerine bunu teşvik ettiler. Silah musluklarını kapatmak yerine açtılar. “Yeter” diye bağırmak yerine ölümlerin devamına yardım ettiler.”
“Onlara yazıklar olsun, hepsine yazıklar olsun.”