Eski kelam ve itikat kitaplarını okumayı seviyorum. Alimlerin birbirlerinin fikirlerini çürütme yöntemlerini, tezlerini savunma şekillerini hazzederek okuyorum.
Hazzetmediğim bir şey var.
Birbirlerini küfürle veya şirkle itham etmeleri.
Hemen bütün taraflar Allahu Te’ala’nın varlığı ve birliği konusunda hemfikirler.
Ama bu hemfikir oldukları şeyle ilgili incelikleri tartışırken birbirlerine çok şiddetli saldırıyorlar.
Son asırlarda ‘Ehl-i Sünnet’ mezhepleri arasında bir ‘sulh’ hali var. Dışarıda saydıklarına verip veriştiriyorlar ama hiç olmazsa birbirlerine bir şey demiyorlar.
Mamafih geçmişe doğru onların da birbiri hakkında çok ağır ifadeler kullandıkları bir gerçek.
İhtilaf ettikleri, birbirlerini itham ettikleri konuların bir kısmı taraflardan herhangi birinin tam olarak bilmeleri mümkün olmayan konular.
Allahu Te’ala’nın zatı ile sıfatları ile ilgili ayrıntı kabilinden meseleler.
Mesela şimdi ‘ayrıntı kabilinden’ dedim. Allah’la ilgili bir şey ayrıntı kabilinden olabilir mi? Aha! Dinden çıktın…
40 seneden fazla oldu, Kitabü’l İbriz’de görmüştüm, aklımda kalmış. Kitaptan aktarmıyorum, hatırımda kalanı aktarıyorum eksik ya da hatalı aktarabilirim, mazur görülmesini temenni ederim.
İki sufi tartışıyor.
Biri diyor ki: Bizarem o Huda’dan ki kedide köpekte sair hayvanatta tezahür eder.
Öteki tam zıddını savunuyor: Bizarem o Huda’dan ki kedide köpekte sair hayvanatta tezahür etmez.
Bir açıdan ikisi de haklı. İkisi de Allah hakkında iyi şeyler söylemeye çalışıyor.
Kelamcıların durumu da buna benziyor.
Birbirleriyle çelişik şeyler söylüyorlar ama ikisinin niyeti de Allah hakkında doğrunun ne olduğuna dair bir bilgiye ulaşmak.
Çok uçlara gidenler yok mu?
Var. Fakat benim burada bahsettiğim ayrıntılara dair ihtilaflar çok uçlara gidenlerle ilgili değil.
(Aynı sövüp saymalardan bugün de şikayetçiyim. Ya da el-İbriz’deki sufilerin tabiriyle ‘bizarım.’)
Sonuçta bunlar kelamcıların, fakihlerin birbirlerini suçlamaları.
Ama felsefecileri suçlamak daha kolay.
İbn Rüşd de Faslu’l Makal’inde (Endülüs ve Klasik) aynı ithamlardan şikâyet ediyor. Hemen ardından misliyle mukabele ediyor.
Ama şu paragrafa karşılıklı ithamlar açısından değil de nedensellik ilkesinin bir fakih-filozofun lisanıyla beyanı olarak bakılmasını tercih ederim. Çünkü, İbn Rüşd’ü ve onun gibi düşünenleri tarih boyunca ihmal etmekle bizim kaybettiğimiz, batılıların ise ihmal etmeyerek kazandığı şeylerden biri burada saklı:
“Eş’ariler arazların sürekliliği, varlıkların birbirlerini etkilemesi, sonuçların zorunlu sebeplerinin bulunması… gibi zorunlu bilgileri inkâr etmektedirler. Onların düşünürlerinin bu konularda Müslümanlara saldırısı o dereceye varmıştır ki Eş’arilerden bir grup şanı yüce Allah’ın varlığını kendi kitaplarında ortaya koydukları yöntemlerle bilmeyen kimseyi bile tekfir etmiştir.”
Hemen ardından karşılığını veriyor:
“Halbuki gerçek anlamda kafir ve sapkın kendileridir.”
(Hala bizarım.)
Nedensellik vurgusu İbn-i Rüşd’ün felsefenin mubah mı, sakıncalı mı yoksa farz mı olduğuna dair şu izahlarının bir uzantısı gibi.
“Deriz ki eğer felsefe yapmak var olanlar üzerinde inceleme yapmaktan ve onları yaratıcının varlığını göstermeleri açısından değerlendirmekten öte bir şey değilse (….) din de var olanların incelenmesini tavsiye ve teşvik etmişse açıktır ki bu felsefe isminin delalet ettiği şey din açısından zorunlu ya da tavsiye edilen bir husustur.”
“Dinin var olanları akılla değerlendirmeye ve onları akılla bilmek için çaba göstermeye çağırdığı şanı yüce Allah’ın kitabının birçok ayetinde gayet açıktır. “Ey akıl sahipleri ibret alın.” “Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler.”
Bizim hocalar böyle ayetleri neden çok az hatırlatıyorlar?
Kitabın El-Cabiri tarafından notlandırılmış olan baskısında yine din-felsefe ilişkisi bağlamında el-Kındi’den bir alıntı gördüm.
O da bunalmış fakihlerin saldırılarından. Oldukça öfkeli:
“Bunların hayvani nefislerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapsayan karanlık, gerçeğin nurunu görmelerini engellemiştir. Haksız yere işgal ettikleri kürsüleri korumak için elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insani faziletlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları riyaset ve din tacirliğidir. Oysa kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise kendinin değildir. Kim din tüccarlığı yaparsa onun dini yoktur.”
Biraz sert söylemiş ama doğru söylemiş.