Dört yıldan fazla oluyor.
“Temiz para hukuktan anlar” diye bir yazı yazmıştım.
Doğrusu, Türkiye’de hukukun işleyişinde aksaklıkların yoğunlaştığını düşündüğüm zamanlardı.
Hukuk eksilince, Türkiye’ye dışarıdan giren paranın da eksilmesi gerekiyordu.
Çünkü para, kendini emniyette hissetmek, başına bir iş geldiğinde, bir ihtilaf vukuunda o ülkedeki hukuk düzeninin hakkını kendisine iade edeceğinden emin olmak isterdi.
O günlerde, bazı paraların, özellikle Türk vatandaşlarına ait döviz cinsinden paraların dışarıya çıkmak için yol ve yöntem aradığına dair haberler de kulağıma geliyordu.
Kulağıma nasıl geliyordu?
Bankacılara gelen, şu kadar dolarım var, bunu başımıza iş almadan dışarıya nasıl çıkarabiliriz müracaatlarından.
O gün, yazıya başladığımda, Türkiye’ye yabancı para girişlerinin azalmış olduğunu varsayıyordum.
Grafiklere baktım. Hatta bu konuda bizim İbrahim Kahveci’den yardım aldım.
Türkiye’ye giren yabancı sermayede bariz bir gerileme yoktu.
Yanılmıştım.
“Yabancı paralar şu anda hukuktan memnun” dedim bitirdim.
Paranın rahat etmesi için tek gösterge hukuk değil elbette.
Bütün mahlukat gibi, para da, önce mevcudiyetini sürdürmek, sonra da üremek ister.
Ne diyorlardı? Homoestatis.
Allah’ın, bütün mevcudatın içine yerleştirdiği var olma arzusu ‘çip’inin marifetleri.
Var olmak için hukuk, üremek için de kar lazım.
‘Üremek’ para için ‘kar’ anlamına geliyor.
Üredin, ama bütün yavrularını köpekbalıkları yedi.
Bu sakıncalı bir durum.
Eğer yavrularını köpekbalıkları yiyecekse, üremeye çok elverişli olmasa da, köpek balıklarının olmadığı bir yer daha güvenli.
Türkiye’de faiz yüksek olmasına rağmen paranın Türkiye’ye mesafeli durması, bazen sıfır faizli, hatta negatif faizli ülkelere yönelmesi varlığını sürdürmeyi riskli bir üremeye tercih etmesinden kaynaklanabilir.
Köpek balıkları ne zaman yer yavrularını?
Hukukta, politikada, iktisatta açık pozisyonların çoğaldığı zaman.
Biz inanmasak da, para, bu ‘açık pozisyon’ları görüyor demek ki.
Dışarıdan para girişleri durakladı.
İçerideki para da 4 yıl önceki kadar memnun ve mesut değil.
Bilhassa yabancıların ‘çıkış’larında artış var.
İktisatçıların yazdıklarına göre, dört yıl öncesine göre çok gerilerdeyiz.
İktisatçılar derken, hepsi değil tabii.
İktisatçıların bir kısmı ekonomimizin fevkalade güzel yürüdüğünü, dış güçlere rağmen bütün göstergelerimizin iyiye gittiğini, iyiye gitmediğini düşünenlerin vatan haini olduğunu söylemekte birbiriyle yarışıyor.
Ben, iki tarafın söylediklerinde de gerçeklik payı aramaya çalışıyorum.
Bazen buluyorum, bazen bulamıyorum.
Doğrusu, dövize bakarak, enflasyona bakarak, işsizliğe bakarak, işlerin iyi gitmediğini söyleyen iktisatçıların bugünlerde gerçeğe daha yakın olduğunu düşünüyorum.
Dış borçlarımızın vadesi yaklaştı. Çok para lazım. Bilhassa yabancı para.
Merkez Bankası rezervleri artmıyor artık, eksiliyor. Hatta bazılarına göre ekside.
Devletin sepetine göre tespit edilen enflasyonla vatandaşın sepetindeki enflasyon farklı.
Devletin sepeti ucuzluk sepeti gibi. Vatandaşın sepeti ateş pahası.
Sokaktaki işsizle devletin kayıtlarındaki işsiz sayısı da birbirini tutmuyor.
Öte yandan, devlet, paranın ensesinde dolaşıyor. Hele de dövizin.
Her paraya dokunmak istiyor.
Para, bu amansız takipten rahatsız.
Bize gelmiyor. Kafa dinleyecek sakin limanlar arıyor.
Çözüm ne?
Çözüm, devletin vatandaşa anlattığı öyküye inanmaktan vazgeçmesi.
Gerçeği görmesi ve kabul etmesi.
Rahmetli Erbakan’ın ‘pansuman’ diye adlandırdığı tedbirler yerine kendi gerçeğimize uygun politikalara yönelmesi.
Hukuka, politikaya, ekonomiye bu bilinçle yeniden bakması.
Aksi halde çok uzak olmayan bir vakitte deniz tükenebilir.