Şiirlerini soldan sağa, yukarıdan aşağıya okuyun, okuyun, okuyun. ‘İkrar’ına bağlı, galiba ikrarı sebebiyle ‘Şah’ına da bağlı bir derviş görürsünüz.
Meşrebi, Alevi, Bektaşi. ‘Hak Muhammed Ali’ demiş. On İki İmam demiş.
Taraf olmuş. Şah’ı seviyor, Padişah’a muhabbeti yok.
O devirde Şah ile Padişah’ın arası çok bozuk.
Safeviler Sivas’a, Tokat’a kadar uzanmış. İsyanlar olmuş.
Osmanlı’nın eli ağır.
Payitahttan ferman gelmiş, Hızır Paşa, Pir Sultan’ı idam etmiş.
“Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip çatmadan
Açılın kapılar Şah’a gidelim.”
Mısraları da gösteriyor ki, Pir Sultan Abdal, son demine kadar diyeceğinden geri durmamış.
Buradaki ‘siyaset’in ‘idam’ olduğunu ihtiyaten hatırlatayım.
Dertliysen, söylersin.
Söyleyince de başın daha çok derde girer.
Şimdi, Pir Sultan, hangi tarihi kesitte ne söyledi diye analizlere mi girelim?
(Tarihselciler miydi öyle yapanlar? Yoksa tarihçiler miydi? Hangisiyse...)
İlgilisi yapsın, benim işim değil.
Pir Sultan’ı beş yüz sene sonra bir daha yargılamak? Hele hele ‘dar’a götürmek.
Görüyorum, heveslisi var.
Tövbeler olsun. Ben sözün güzelini bugüne hitap ediyormuş gibi alıp, sahibine dua göndermeyi tercih ederim.
Dilimize dolanır bazen.
“Derdim çoktur hangisine yanayım?
Yine tazelendi yürek yarası.”
Bundan sonrası biraz siyasi.
“Ben bu derde kande derman bulayım
Meğer Şah elinden ola çaresi”
Görüyorsunuz, Pir Sultan’ın bütün yolları Şah’a çıkıyor.
Hani bir ilahi var, “Göçtü kervan kaldık dağlar başında.”
Dinlerdim, severdim de. Fakat, İsmet Özel’in bir konferansında insanın ‘geç kalmış bir varlık’ olduğunu anlattığı gün daha çok sevdim o ilahiyi.
Pir Sultan’ın “Göçtü dost kervanı eyleme beni” demesini, Yunus’a izafe edilen bu ilahiyle akraba saysak ne lazım gelir?
Bana göre hiçbir şey lazım gelmez.
‘Lazım gelmez’ daha çok fıkha uygun bir tabir.
Tasavvufta hoşgörü fıkıh’tan daha mı ziyade?
Bazısında daha ziyade, bazısında daha az.
Dervişler, eğer dervişlikten nasipliyseler birbirlerini anlıyorlar galiba.
Yoksa, “Pir Sultan’ım der Şah’ımız/Hakk’a ulaşır rahımız/On iki imam katarımız/Uyamazsın demedim mi” diye söyleşirler miydi?
“Bir güzelin aşığıyam erenler/Anın için taşa tutar el beni” diye başlayan bir deyişi var Pir Sultan’ın.
Son mısralarını işittiğimde duraksadım.
“Benim senden özge sevdiğim yoktur/İnanmazsan git Allah’a sor beni.”
Sevgisinden bu kadar emin olması ‘hayretamiz’ olmayabilir.
Ya “Git Allah’a sor beni?”
Pir Sultan sevdiğinin Allah’a çok yakın olduğunu düşünüyor olmalı.
Yoksa, “Git Allah’a sor beni” diyemezdi.
Burada da sevdiği Şah mıdır?
Belki. Belki de Peygamberimiz’dir. Veya Hz. Ali’dir.
Şu mısralar da Pir Sultan’ın.
“O yar geldi geçti geri bakmadı
Hendekler kazdırdım sular akmadı
Çok yuva bekledim cücük çıkmadı
Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm”
Biliyorum, ‘çağdaş’ bir kulak ‘cücük’ kelimesini estetik bulmayabilir. Bana ne, rahatsız olan tayy-i zaman etsin.
Bugün, şiirlerini okurken gördüm.
“Koca başlı koca kadı/Sende hiç din iman var mı?/Haramı helali yedi/Sende hiç din iman var mı?”
“İman eder amel etmez/Hakk’ın buyruğuna gitmez/Kadılar yaş yere yatmaz/Hiç böyle bir şeytan var mı?”
Demek ki çok öfkelenmiş Pir Sultan.
Şiirden, türküden bağımsız olarak, Pir Sultan’ın şu deyişi hangi kadıya, hangi fetvasından dolayı söylediğini bilmek isterdim.
Niyetim, bu yazıyı Pir Sultan Abdal’a tahsis etmek değildi. Araya mezhep, tarikat, siyaset girdi, söz sözü açtı, sütunun sonuna geldik.
İnşallah gelecek Pazar yine şiirde buluşuruz.