Siyasetçilerin ‘tacir’ olduğunu söylesem siyasetçilere mi kabalık etmiş olurum tacirlere mi?
Siyasetçiler yaptıkları işin ulvi, mukaddes bir iş olduğunu düşünmemizden hoşlanırlar.
Bir fikre sahipler, o fikir uğruna sa’y u gayret sarf ediyorlar. Sahip oldukları fikri insanların bir kısmı müdafaa ediyor. Siyasetçi de o fikri müdafaa edenleri siyaset sahasında temsil ediyor.
Aman ne güzel.
Sen şimdi kalk böyle ulvi işlerle uğraşan latif varlıklara ‘tacir’ de. Olacak iş değil.
Bence olacak iş.
Çünkü siyasetçiler bir fikre sahip değil.
Birçok fikre sahip.
Birçok fikrin de potansiyel sahipleri.
Şartlara göre fikrini değiştirebiliyor.
Aslında insanın fikrini şartlara göre değiştirmesi kötü bir şey sayılmaz.
Ezmanın tagayyürü ile ahkam tagayyür ediyorsa, bu makulse ‘efkar’ da tagayyür edebilir. Ne var bunda?
Şu var.
‘Efkâr’ kişisel menfaate göre tagayyür ediyor, kamunun maslahatı gereği değil.
Daha kârlı bir durum zuhur ettiğinde başlangıçta tesahup ettiğin o fikri bırakıp kârlı olan fikre doğru hicret ediyorsun. Nasıl hicret ama!
Fakat siyasetçisin. Fikrinde ve zikrinde meydana gelen kaymanın kaime ile alakalı olmadığını anlatmanın bir yolunu bulursun.
Bazen de şöyle oluyor. Patron, reis ya da parti büyüğünüz geliyor size grup toplantısında bir fikir dağıtıyor.
Herkese birer tane.
Herkes çıkarken eski fikrini grup başkan vekiline bıraksın diye bir anons yapılıyor.
Bütün arkadaşlar öğretmenin yakasına kurdele taktığı ilk mektep talebeleri gibi mesut ve mutlu evlerine dağılıyorlar.
Siyasetçilerin bu dediklerime canları sıkılmış mıdır?
Ben hele siyaseti ‘Allah rızası için’ yapan siyasetçileri tenzih edeyim de ne olur ne olmaz.
Hadi oldu olacak siyaseti milletin menfaati için yapanları da tenzih edeyim.
Geri kalana istediğimi söyleyebilir miyim?
Bence ihtiyatlı olalım.
Çünkü geri kalmayan yok gibi bir şey.
Sakın ha, Allah’ın bir ferdi ‘ben dava için yapıyorum, yaptım’ demesin.
Yapmadı hiç kimse. Bundan eminim.
‘Dava’nın nasıl bir objeye dönüştüğünü birkaç gün önce ‘konvertibıl dava’ yazımda dilim döndüğünce anlatmıştım.
Dava para ise, dava için yaptınız, şahitlik ederim.
Bu arada, ayıp değil para için yapmak.
Emek veriyorsun, bir hizmet veya bir değer üretiyorsun, bunun karşılığında hak ettiğin ya da sana takdir edilen ücreti alıyorsun.
Helal ü hoş olsun.
Fakat bunu rıza-i Bari için yapıyormuşsun izlenimi vermene lüzum yok.
Çünkü çok sırıtıyor.
Tüccarlar kızmalı mı siyasetin ticarete benzetilmesine?
Buna da gerek yok.
Ticaret Kur’an-ı Kerim’de dahi var.
“Hel edullukum ala ticaratin.’
“Sizi azaptan kurtaracak bir ticarete delalet edeyim mi?”
Bir tarafıyla alış-veriş.
Dünyanı verirsin, ahiretini alırsın.
Ahiretini verirsin, dünyayı alırsın.
Şimdi, ahiretini verip dünyayı almak isteyen bir siyasetin ortasında değil miyiz?
Ahiretini verip dünyayı almak?
Yaptığın ticareti, yemeye çalıştığın helali ve haramı millete ‘dava diye satmaya uğraşmak.
Korkunç değil mi?
‘Allah’ın ayetlerini ucuza satmak.’
Buna mutlaka rastlamışsınızdır. Siyasi hatipler çok yaparlar.
Oy karşılığı din iman. Ya da din iman karşılığı oy.
Yapmasalar iyiydi de… Mollalar da yapar.
Ulemanın, siyasi kudretin önünde kırıtması ayetleri ucuza satmak değil midir?
Elbette, ‘dava’ kıymetlidir.
Ama sattınız. Dava cebinizde artık.