Tuhaf şeyler oldu İngiltere’de. Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng 45 milyar sterlinlik vergi kesintisini ilan edince sterlin dolar karşısında çöktü. Çöktü dediğim sterlin/dolar paritesi 1,03’e düştü. Hala Sterlin pahalıydı.
Başbakan Truss kararı geri çekti ve Kwarteng’i görevden aldı.
Çelişkili bir durum, diyeceksiniz, bizde dolar iki yılda üçe katlandı ve herkes çok mutlu.
Derken, içişleri bakanı Suella Braverman resmi bir elektronik postayı özel hesabından paylaşarak kuralları çiğnediğini belirtti ve istifa etti.
Nasıl istifa?
"Hata yapmamış gibi davranmak, yaptığımızı herkes göremiyormuş gibi devam etmek ve her şeyin sihirli şekilde düzeleceğini ummak ciddi bir siyaset değildir. Bir hata yaptım, sorumluluğu kabul ediyorum ve istifa ediyorum."
Meğer hanımefendi kabineye pamuk ipliğiyle bağlı! @mail attığı için istifa ediyor.
“Bizde bakanlar neler neler atıyorlar” demenin bir anlamı yok.
Bizimkiler yerli ve milli, kolay bozulmuyorlar.
Avrupa bizi bu yüzden mi kıskanıyor acaba?
Arkasından Başbakan Truss istifa etti.
Neden?
Bir karar aldı sonra kararından sarf-ı nazar etti, ondan.
Ne oldu sarf-ı nazar ettiyse, dursaydı yerinde?
Duramadı kadın.
Bir iki gün içinde Hintli bir adam Rishi Sunak İngiltere başbakanı oldu.
Bize pek benzemiyorlar, bunlar İngiltere’nin muhafazakarları!
***
Kıdemli hukukçularımızdan Muharrem Balcı son haftalarda WhatsApp’taki makale grubunda yolsuzluk temalı birçok makale paylaştı.
Makalelerin çoğu iki yolsuz arasındaki yolsuzluklardan bahsediyor. Rüşvet alış-verişi gibi şeylerden.
Tabii ki bunlar yolsuzluk. Fakat yolsuzluğun müesses hale gelmesi, bir yönetim biçimine, bir ‘rejim’e dönüşmesi alelade yolsuzluktan farklı bir şey. Böyle makalelere pek rastlamıyorum.
Birkaç gün önce “Basın ve Yolsuzluk” başlığını görünce ilginç olabilir dedim, okudum. İmza Guardian’da çalışan bir gazeteciye aitti. (Peter Preston.)
“Kendini yolsuzluğun tamamıyla dışında saymak isteyen bir ülkeden -İngiltere’den- alınma örnek davalardan ve alınacak derslerden söz etmenin olacağını düşündüm. Bazı ülkelerde gizli para elden ele geçmediği sürece hiçbir şeyin yürümeyeceğine inanılır. İngiltere’de böyle bir şey olduğu zaman adamıza mutlaka yabancılar tarafından getirilmiştir. Ya Romen iş adamları ya Çinli milyarderler ya da Asil Nadir!”
Preston, Muhammed el-Fayed’in kendisinden bir işin görülmesi için milletvekillerine verilmek üzere sarı zarflar içinde 2’şer bin sterlin istendiğini ve bu isteği yerine getirdiğini anlatmış. (Konuşmanın sonuna doğru toplam meblağın 24 bin sterlin olduğunu anlıyoruz.) Preston da bunları yazmış.
Yazınca çok önemli bir şey olmamış. Suçlanan iki vekil istifa etmiş, o kadar. Onlar da sonradan başka görevlere atanmışlar.
Preston, basının yazmasının yine de değerli olduğunu, basının temizleme gücünün kamuoyu gücüne dayandığını söylüyor. “Kamuoyunun önemli olmadığı yerlerde bu güç erir gider” diyor.
Beklediğim kadar heyecanlı bir konuşma değildi. Anlattığı olaylar da 90’lara aitti.
Yine de isteyen buradan, bizde basının temizleme gücünün kalmadığı sonucunu çıkarabilir.
***
Bir de meşhur ‘Toblerone davası’ var. Bu kez İngiltere’de değil, İsviçre’de.
Eski bir dava.
İsveç Sosyal Demokrat Parti milletvekili Mona Sahlin devletin kendisine tahsis ettiği kredi kartıyla Toblerone marka bir çikolata almış ve hakkında soruşturma başlatılmış.
Hikayesi uzun. Herhalde çikolata markasının cazibesi sebebiyle Toblerone davası diye anılıyor. Yoksa Sahlin başka alışverişler de yapmış. Ancak yaptığı alışverişlerin parasını devlete fazlasıyla iade etmiş.
Bu ve benzeri hikayelere bakarak yolsuzluk konusunda muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıktığımıza hükmedebilir miyiz?
Ya da şöyle soralım:
Bizde var mı böyle yolsuzluklar?
Yok.
Biz öyle ufak işlere bakmıyoruz.
Çünkü bizim ‘dava’mız büyük.