Biz, şu anda dini güncelleyebilir miyiz? Bunu başarabilir miyiz?
Türkiye’nin ilmi ve siyasi kadroları böyle esaslı bir işin altından kalkabilir mi?
Toplum, ‘dini güncelleme’ başlığı altında oluşturulabilecek bir gündemi taşıyabilir mi?
Malum, mevzuun kapağı, Nurettin Yıldız Hoca’nın fetvalarıyla açıldı.
Asansörde halvet, çocuk yaştaki kızların evlenip evlenmemesi gibi çoğumuza tuhaf gelen fetvalar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere bazı siyasiler, bu çeşit fetvaları tasvip etmediklerini sert bir lisan kullanarak açıkladılar.
Cumhurbaşkanı, konuya temas ederken, dinin güncellenmesi gerektiğini de söyledi.
Bu, şimdiye kadar devlet katında kimsenin kapağını açmaya cesaret etmediği bir konuydu.
Hepimizi ilgilendirdi.
Cumhurbaşkanı’nı tanımayanlar veya kendilerini piyasada dolaşan fetvalara ve o fetvaların sahibi olan hocalara daha yakın hisseden bazı çevreler Cumhurbaşkanı’nın sözlerinde bir boşluk aradılar. ‘Dini güncelleme’ sözünü ‘dinde reform’ siparişi diye yorumlayarak tartışmada kendilerine avantaj sağlamak istediler.
‘Dinde reform’ mütedeyyin insanlara iyi şeyler çağrıştırmaz.
Eğer böyle bir şeyi savunursanız, halk sizi tartışmanın ‘karşı’ tarafına koyabilir.
Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘dinde reform’u murat etmiş olabilir mi?
Olamaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, gelenekle barışık, Türk toplumunun kodlarına uygun bir İslam anlayışına mensuptur.
Reformu çağrıştıracak dini, ilmi cereyanlara mesafelidir.
Cumhurbaşkanı, muhtemelen, dinin değil, ‘dini söylem’in güncelleştirilmesini kast etmiştir.
Yani, konuşurken, ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun.
Her aklına esen kafasına göre fetva vermesin.
Diyanet veya İlahiyat hocaları, cemiyetin hassasiyetini de dikkate alarak açıklama yapsınlar.
‘Güncelleme’ kavramı belki şunu da içerebilir.
İlim adamları, kaynaklardaki görüşler içinden ehven olanlarını tespit etsinler. Kamuoyunun huzuruna bu görüşlerle çıksınlar.
Kısacası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu çerçevenin ötesinde, ‘dinde reform’ anlamına gelebilecek bir tavsiyede bulunma ihtimali yok.
Dini söyleme çeki düzen verilmesi dahi üstesinden gelinmesi zor bir iştir.
Çok esaslı bir çalışmayı, araştırmayı gerektirir.
Zira, şu anda, tedavülde olan ve toplumda tepkilere sebep olan görüşlerin, fetvaların çoğu eski kitaplarda mevcut.
Fetva mecmualarını, eski ilmihalleri, akaid şerhlerini karıştırın, bunları ve daha fazlasını bulursunuz.
Eski devirlerin örfüne göre, değişik değişik kavimlerin, coğrafyaların algısına göre, hatta bazen siyasi şartlara göre şekillenmiş görüşler.
Hoca, bu görüşlerden birini beyan ediyor.
Nerede gördün?
Filan kitapta gördüm.
Doğrudur, görmüştür.
Mesela, ben, Nevruz’u kutlamanın ‘elfaz-ı küfür’den sayıldığını birden fazla itikat kitabında gördüm.
Bin yıldan daha evvel, İran ve Irak’ın fethedilmesini takip eden asırlarda, Mecusilerle Müslümanlar iç içeyken böyle bir kaide lüzumlu bulunmuş olabilir.
Bugün var mıdır karşılığı?
‘Vardır’ veya ‘yoktur’ demek için bile bir ilmi çalışmaya, bir ilmi kuvvete ve daha önemlisi bir ilmi güvenilirliğe ihtiyaç var.
Her biri ayrı bir tartışmanın kapısını açabilecek başka misaller de verebilirim.
Dönelim baştaki soruya.
Biz, Türkiye olarak, böyle bir çalışmanın üstesinden gelebilir miyiz?
Şu anda müsait olduğumuzu zannetmiyorum.
Diyanet veya İlahiyat camiasının evsafı da, toplumun hassasiyetleri de buna elverişli değil.
Belki münferit çabalar olabilir.
Mamafih, böyle bir çalışma yapılmayacaksa bile, bu birikime, bu olgunluğa sahip olsaydık güzel olurdu.
Peki, çok mu lazım? Müslümana yakışır bir hayat sürmek için çok mu zaruri bunlar?
Değil.
Daha önce de yazmıştım.
Fetvasız, içtihatsız, temiz bir ‘dini hayat’ alanı var.
Kalbinde fesat olmayanlar için geniş bir alan.
Kim ihtiyaç duyar ki 6 yaşında bir çocukla evlenip evlenemeyeceğine dair fetvaya?
Aldığı veya verdiği rüşvete dini bir kulp takmaya kim uğraşır?