Hayatta pek çok şeyin hakkını veremediğim gibi, Cemal Süreya şiirinin de hakkını veremeyeceğimin farkındayım.
Ama, bir şiir varsa Türkiye’de, ki var, hem de çok var, Cemal Süreya bu şiirin içinde ihmal edilemez bir yere sahip.
Ben de ihmal edemem.
Hakkını veremeyeceksem, şiirine nüfuz edemediğim için veya hakkında kelam etmeye muktedir olmadığım için değil.
Süreya’nın şiirinde çok baskın olan biz ‘izlek’i bir köşe yazısında uzun uzun tartışamayacağım için.
Belki bir edebiyat dergisinde veya bir kitabın sayfalarında mümkün olabilirdi.
‘İzlek’ ne mi? Birazdan anlaşılır.
Lezzetli bir şiirdir, Cemal Süreya şiiri.
Süreya’yı okurken, uzakta bir yerde, Lale Devri’nin büyük şairi Nedim’in gölgesini hissedersiniz.
Belki ara sıra da Ömer Hayyam.
‘Kadın,’ kelimenin bütün anlamlarıyla ve bütün çağrışımlarıyla kadın, hiçbir şairde, Cemal Süreya’da olduğu kadar kadın değildir.
‘Kösnül’ desem yadırgar mısınız?
Dedim ama. Geçti artık.
O tarafı ağır basar Süreya’nın.
Bu özelliği, sansürsüz, şiirine akseder.
Açık saçık.
Ama şiirin diliyle. Cemal Süreya bunu başarıyor. ‘Başarmak’ deyince yapmacıklık iması hatıra gelebilir. Hayır, tasannusuz şiirin diline yakıştırıyor.
(O ‘izlek’i burada, bu kadarcık anlatmış oldum.)
Hep ve daima kösnü değil Süreya’nın şiiri. Öyle olsaydı bir tür saplantı veya bir tür takıntı sayılırdı.
Zaman zaman bir güzellik olarak da, bir ruh olarak da var kadın.
“Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin tekrar beyaz tekrar beyaz tekrar
beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum” (Gül.)
“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar.
Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin” (Aşk.)
Tanıdık bir mısra:
“Yalnız aşkı vardır kalbi olanın.”
Nereden tanıdık?
Geçen haftalarda bu köşede andığımız İlhami Çiçek’ten.
“Yalnız hüznü vardır kalbi olanın.”
Öyle tahmin ediyorum, İlhami’nin mısraı bir ‘karşı hamle.’
Evet, hüzün vardır Süreya’da.
Şiirinde vardır. Şiirinden çok hayatında
vardır.
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum”
Başka hüzünler de var. Çocukluk hüzünleri. Evlilik hüzünleri. Evlat hüzünleri.
Şiirine sürdüğü ‘hinlik’ eczası pek ifşa etmez içindeki hüznü.
Süreya’nın şiirini ‘kadın’la sınırlandırmak haksızlık olur.
‘Alfabe ihraç eden Fenike’de var Süreya’nın Ortadoğu’sunda, ‘Alfabe ithal eden Ankara’da.
“Tek ve seyrek göreceksin yağmuru
Ama her damla dopdoludur
Ve her damlada
Taşıran-damla onuru vardır
Bunun için kördür şerbet
Bunun için etoburdur petrol.”
‘Her damlada taşıran-damla onuru vardır.’
Bu mısraın altını çizmek isterim. İster hayatın anlamını okuyun bu ‘taşıran-damla’ onurundan, ister tarih teorinizde istifade edin.
Kısa Türkiye Tarihi’nde, 30’lu yılların ‘Etitürkiye’sini, 40’lı yılların ‘Atetürkiye’sini ve başka incelikleri bulabilirsiniz. Şu mesela:
“Kahvede subay yok
Bu nasıl iştir!”
Veya, “O yıllarda ülkemizde/Çeşitli hükümlerle/Yetmiş iki dilden/İkisi yasaklanmıştı:
İkincisi Türkçe.”
Otomobil markalarına ilgi duyar mısınız?
Cemal Süreya ilgilenmiş. Benim hoşuma gitti.
“Hafif kanlı Chevrolet’ler, hırslı Pontiac’lar, kıranta Buick’ler
Gürültüyle akıp gidiyor General Motors’un enikleri”
Ölüm’ü bütün şairler gibi Cemal Süreya da kurcalamış.
“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.”
‘Her ölüm erken ölümdür’ mısraı, her ölümde düşer aklımıza. Bilsek bile, her ölümün vaktinde olduğunu.
‘Üstü kalsın’da ise bir cüret, bir isyan okunuyor.
Ne yapalım, böyle bir adam Cemal Süreya.
Eksik oldu, biliyorum.
İkinci Yeni’nin öncülerinden olduğuna ve Sezai Karakoç’la tanışıklıklarına ve Süreya ile ilgili daha bir çok özelliğe değinemedik.
Belki başka zaman. Şimdilik bu kadarla iktifa edelim.