Türküleri, içinde şiir bulsanız da seversiniz, bulmasanız da.
Güftesinde yoksa şiir, nağmesinde
vardır.
Hiç birinde yoksa şivesinde.
Toprağın, rüzgarın, gamın kasavetin ses olup bağlamanın tellerine düşmesi sizi bazen yazıya dökülmesi imkansız bir şiirin içine sürükler.
Müzikle yazılmış o şiir. Boşuna yormayın kaleminizi.
Daha türkünün bir kelimesi söylenmeden, bağlamanın sesiyle, (Sipsiyi, curayı da unutmayalım) Ege’nin çam kokulu dağlarının rüzgarını hissettiğiniz olmadı mı hiç?
“Hayd’ülen de Hayd’ülen Gara Dağın da sandalı
Vurulmuş da ganeyo Kerimoğlu’nun da her yanı”
Orta halli laflar bunlar. Ama Kerimoğlu Zeybeğini dinlediğinizde içine düşeceğiniz atmosfer, türkünün her kelimesini Toroslar’ın uygun bir yerine yerleştirir.
Her tepede bir zeybek.
Balıkesir’i Ege sayarsanız, oralarda bir zaman yaşadım.
Dağlarının rüzgarını yedim.
(Sındırgı’nın Karakaya köyündeki ormanı bizim Erikbeli’nin ormanına benzettim biraz. Tabii bizim yaylalarımız daha serin, daha fırtınalı.)
Balıkesir’le kalmadım, Anadolu’nun her tarafında, -psikiyatrların tarif ettiği anlamda- kaliteli vakit geçirdim.
Toprağını, çamurunu çiğnemenin, Lazıyla, Kürdüyle, Çerkesiyle, Gürcüsüyle, Avşarıyla, Türkmeniyle haşır neşir olmanın lezzetini aldım.
Musikiden haz almada ‘empati’ dedikleri şeyin faydası olur. Emsallerinizden birazcık fazla ‘tahassüs’ edersiniz.
“Ben kendimi gülün dibinde buldum” ne demek?
Vurgun!
Hisarlı Ahmet bu! ‘Kütahya’nın pınarları akışır’daki, ‘Elif dedim be dedim’ deki hisarlı Ahmet.
“Ay karanlık, gece vurdular beni/Yarin çevresine sardılar beni”
Ne büyük iştir ‘Yarin çevresine sarılmak.’
Böyle şiire yan bakanın alnını karışlarım.
Giresun’da da var buna benzer.
“Girasun’un içinde iki sokak arası/Altı Kurşun attılar üç de bıçak yarası”
Yaraların sayısı ile türkünün vezni arasında bir alaka olması mümkün.
Fakat, o kadarcık sorun, Fahriye Abla’nın bir Erzincanlı’yla evlenmesinde yok mu?
“Bilmem şimdi hala o ilk kocanda mısın?
Hala dağları karlı Erzincan’da mısın?”
Buyurun, türkünün ortasına düşmüş bir ayrıntı. Kopça. (Kopça, bildiğiniz düğme.)
“Vurdular sevdiğimi yere düştü kopçası.”
Derinleştiriyor mu türküyü?
Bende derinleştiriyor.
Vurgun türküsü bunlar. Acıdır.
Piçoğlu Osman söylerdi.
“Trabzon’dan çıktım uzun yazılar/Asker vurdu beni yaram sızılar”
Sonu şöyle geliyor türkünün:
“Çocuklarım olsun Hakk’a emanet/Okuyun Fatiha kahya ruhuna.”
Sizi bilmem. Bana hüzünlü gelir.
Biraz da neden, bilir misiniz?
Genç ölümdür türkülere düşen ölümler.
Birileri, “Okuyun Fatiha Kahya Ruhuna” nakaratını “Ana ben vuruldum yaram derindir” diye yazmış. Güzel olmamış.
Piçoğlu Osman’da yoktu böyle bir şey.
Erzurum’un da var böyle vurgun türküsü.
“Değirmen başında vurdular beni
Kirli tütünlüğe sardılar beni”
Hisarlı Ahmet’i ‘yarin çevresine’ sarıyorlar, Erzurumlu’yu ‘kirli tütünlüğe’!
Ne olabilir ‘kirli tütünlük?’
Muhtemelen, ocağın çevresinde, dumanın odaya dağılmasına mani olsun diye sarkıtılmış, siyah çaput.
“Vurma Ragıp vurma, nar danesiyem
Anamın babamın oğul oğul bir tanesiyem”
Türküyü dinleyenler biliyordur.
Oğul oğul derken veya oy oy derken bir iç çekiş gibi, bir geri çekiliş ve bir yıkılış var türkünün müziğinde. Adamımızın yıkılışını hayal ettiren.
Gül Ağacı Hisarlı Ahmet’e mahsus değil demek ki.
“Atımı bağladım nar ağacına
Perçemim dolaştı gül ağacına.”
Hem nar ağacı, hem gül ağacı. İkisinde de bir kızıllık var.
Siyah beyaz bir fotoğrafta, üç kızıllık. Nar, gül ve kan. Güzel resim olurdu.
Ahmet Aslan okumuş bu türküyü.
İyi türkücü, iyi sanatkar Ahmet Aslan. Fakat bence bu türküyü bozmuş.
Tamam, kendine göre yorumlamış. Buna hakkı da vardır. Ama klasik okunuşu daha güzel.
Yazıya başlarken, aklımda Pir Sultan vardı.
Ege, Karadeniz, Erzurum derken köşe bitti.
Allah izin verirse haftaya haşır neşir oluruz Pir Sultan’la.