17 Ağustos depreminden sonra, bilirsiniz herkesin bir deprem hatırası, bir deprem hikayesi oldu.
Senelerce anlattık, dinledik.
Kimimiz kapıya çıktı, kimimiz evde durdu, camdan, balkondan atladı.
Kimimiz can verdi binaların altında.
15 Temmuz darbesi de o büyük deprem gibi yıkıcı, sarsıcı bir hadiseydi.
Deprem Allah’ın bir afetidir. Biz o depremden sonra millet olarak sağlam bina yapmayı öğrendik.
Ders alıp binasını sağlam yapanlar olduğu gibi, vurdumduymazlık edip eski tas eski hamam çürük binalarda ikamete devam edenler de oldu.
15 Temmuz darbesi de bir afetti.
Faili kullar olan bir afet.
Bu afetten sonra da almamız gereken dersler var.
Bu afetten sonra ‘devlet binası’nı sağlam temellere oturtmak, milleti ‘sağlam zemin’e yerleştirmek gerekiyor.
‘Deniz kumu’ binalarda kullanılmaması gereken bir malzeme. Çimentoyla, demirle iyi kaynamıyor.
FETÖ’cülerin durumu da öyle. Artık anlaşıldı, o unsurları devlet inşasında kullanmak felakete davetiye çıkarmaktır.
Devlet de bugünlerde kendisini sağlam bir zemine oturtmaya, binasını sağlam kurmaya çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın el-an uğraştığı şey, budur.
Herkesin bir deprem hikayesi oldu dedik ya... Bugün herkesin bir de darbe hikayesi oldu.
Neredeydin darbede?
Kimi sokaklardaydı... Köprüde... Çengelköy’de... Vatan’da... Saraçhane’de... Sütlüce’de, AK Parti binasının önünde... (Bu arada AK Parti İl Başkanı Selim Temurci’yi de takdir etmek gerekir. Darbeye karşı işaret fişeğini ateşleyenlerden biri oydu.)
Kimi Genelkurmay’ın önünde... Kimi Meclis’in, kimi Külliye’nin.
İçimizden Allah’ın seçtikleri şehit oldu. En iyilerimiz onlardı.
Kiminin haberi bile olmadı, yattı uyudu.
Kiminin haberi oldu, yattı uyudu.
Kiminin ‘darbe muvaffak olamadı’ diye canı sıkıldı.
Kiminin ‘millet sokağa çıktı’ diye canı sıkıldı.
Kimisi ‘darbeye karşı çıkılır mı? Milleti sokağa çıkarmak deliliktir’ diye tepindi...
Kimisi koştu ekranlara, darbeciler mi kazanır, millet mi kazanır hesap etmeden ekranlardan, radyo mikrofonlarından darbeye karşı savaştı.
Bir şey yapmak önemlidir.
Asgarisinden bir şey yapmak.
Tarafını belli etmek.
Hiç olmazsa dua etmek.
En acizimiz buğz etsin, bu da bir şeydir.
Bugünlerde meydan nöbetlerinde hazır bulunanların yaptığı asgari şey, tarafını belli etmektir.
Kötülüğe karşı sesini yükseltmek.
Mümkünse eliyle, diliyle, kalbiyle, bedeniyle kötülüğe karşı durmak.
Millete kasteden şu katil güruha karşı durmak. ‘Ben buradayım, eğer yeniden bir cinayete kalkışırsanız yine burada olacağım’ demek.
‘Ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, türküsünü dinlediğim memleketin sahibiyim, benim bedenimi çiğnemeden onu gasp edemezsin’ demek.
Bugün miting var.
Ben mitingleri ‘vakfe’ye benzetirim.
Hatırıma Arafat, Müzdelife vakfeleri gelir.
Ve ‘kıyam’a benzetirim.
‘Kıyam’ ve ‘vakfe’ bize ait ‘eylem’lerdir.
Bizim hayatımız, bizim ‘varoluş’umuz ‘vakfe’siz ve ‘kıyam’sız noksan olur.
İbadetin içindeki bir ‘rükün’le direnişin içindeki ‘rükün’ü tabii ki karıştıramayız birbirine.
Ama iki ‘rükün’ arasındaki benzerlik benim hoşuma gidiyor.
Bu yüzden ‘direniş’ niteliği taşıyan bilhassa ‘zulme karşı’ olan mitinglere katılabildiğim kadar katılırım.
Bugün Yenikapı’da darbeye karşı direnişi ‘taçlandıracak’ bir eylem var.
Ne diyordu büyüğümüz Nuri Pakdil?
‘Anti-emperyalist.’
Bugünkü ‘kıyam’ son tahlilde ‘emperyalizm’e karşıdır.
Bu eylemin darbeye karşı direnişin ‘rükün’lerinden olduğunu düşünüyorum.
Allah izin verirse orada olacağım.