Sabah niyetim başkaydı. Nazım Hikmet’i yazacaktım. Hatta, evden koltuğumun altına Nazım Hikmet’in ‘Bütün Şiirleri’ni aldım öyle çıktım. (Yapı Kredi Yayınları.)
Doğaçlama yazıyorum. Gönlümden ne geçiyorsa. Hiçbir sıralama, silsile-i meratip gözetmeden.
Fakat düşündüm. İlk haftalarda eski şiirden bahsetmiştim. Biraz Fuzuli, biraz Kaside-i Bürde yazmıştım.
Sonra birden 21. Yüzyıla geldim. Arada, benim şiir dünyamda var olan bir çok şairi, bir çok şiiri ihmal ettim.
Nedim mesela. Nedim’i okumayan, şu dünyada şiirden alınacak hazzı eksik almış demektir.
Baki geçiştirilebilir mi?
Ya Nef’i? Şiirimizin sivri dili?
(Utandım şimdi, ‘sivri dil’ lafımdan. Muhteşemdir Nef’i. Ben, Nef’i’yi siyaset eden siyasetin tarafında değilim. Bakın, Nef’iyi asan padişahın da astıran vezirin de adı şu anda aklıma gelmiyor. Ama Nef’i daima hatırımda.)
Aslında ucu bucağı yok. Benim hiç okumadığım yüz binlerce şiir vardır.
Ama hiç olmazsa okuduklarımdan bir kısmını yazmam gerekmez mi?
Gerekir.
Bu yüzden, döndüm Şeyh Galib’e.
42 yıl yaşamış Şeyh Galib. (1757-1799)
Divanını 24 yaşında tamamlamış.
Tabirimi mazur görün, ‘keramet’ gibi bir hayatı var.
(Keramet, Allah’ın ikramıdır, insanın marifeti değildir.)
Bir dünya klasiği olan Hüsn ü Aşk’ı da 26 yaşındayken 6 ay içinde yazıp bitirmiş.
(Dünya klasiği. Ama dünyanın bundan haberi yok. Aslında, biz de çok haberdar sayılmayız. Eh, biz unuttuysak dünya niye bilsin?)
Bir gün, dostumuz, merhum Selahattin İpek, içinde Şeyh Galip’in de olduğu misaller veriyordu. Şeyh Galib Hüsn ü Aşk’ı 26 yaşında yazmış... Rimbaud 37 yaşında ölmüş...” gibi misaller.
Osman Bayraktar da oradaydı.
Dedi ki, “Ahmet Hamdi Tanpınar 40’ından sonra yazmaya başlamış.”
Selahattin Abi Osman Abi’ye biraz baktı, baktı...
“Bunu bana cevap olsun diye mi söylüyorsun” dedi.
Osman Abi, “Hayır” dedi, “Teselli olsun diye söylüyorum.”
Gülüştük.
Selahattin İpek güzel adamlarımızdan biriydi. Belki bu yazı vesilesiyle birkaç dost onu rahmetle yad eder.
Dönelim Şeyh’imize.
Şeyh Galib, gerçekten, şeyhlik de yapmıştır.
Mevlevi şeyhidir.
Hüsn ü Aşk’ta, zamanının bütün şairlerine “Sultan-ı sühan menem diğer nist” diye meydan okurken, “Gencinede resm-i nev gözettim/Ben açtım o genci ben tükettim” diye öğünürken, Mevlana ile irtibatını da beyan eder.
“Esrarını Mesnevi’den aldım/Çaldımsa da miri malı çaldım.”
(İhtiyaç duyanlar için. Sühan: Söz. Nist: Değil. Resm-i nev: Yeni şekil. Yenilik. Genc: Hazine.)
Galib, gerçekten, yaşadığı dönemde can verdi şiirimize. Şiirimizi, geleneği inkar etmeden yeniledi.
Biz onu biraz da Hüsn ü Aşk’taki, güzelliği, hakikati arayış çabasından, oradaki seyr-i süluk’tan dolayı severiz.
Daha gelişmiş bir dil vardır Hüsn ü Aşk’ta. Evet, başka mesnevilere, başka şiirlere de yakıştırılır alegorik anlatım. Fakat en çok Hüsn ü Aşk’a yakışır.
Sebk-i Hindi diyorlar. Yani Hint usulü. Daha mecazlı, daha sembolik.
Zamanında, 20 yüzyılda İkinci Yeni’nin şiirimize yaptığı etkiye benzer bir etkisi olmuş Sebk-i Hindi’nin.
Sebk-i Hindi, araştırmacılar pek üzerinde durmuyor ama, şiirin ritmini de giriftleştiriyor.
Bu giriftlik benim Şeyh Galib’le alışverişimi bazen aksatıyor. Ama olsun. Bulduğum güzellikler bana yeter.
Na’tı Şerif’te Peygamberimiz’e yakarışı mesela.
Bîçâredir ümmetlerin isyânına bakma,
Dest-i red urup hasret ile dûzaha yakma,
Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma,
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma.
(Dest-i red urmak: Eliyle reddetmek. Duzah: Cehennem.)
Ya da şu beyitte ‘küçük alem’ olan insanın, mikrokozmosun anlatılışı.
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-yi ekvan olan ademsin sen.
İnsan, alemin özeti. Kainatın gözbebeği.
Bu kadarını Galib’den başka bir şair yapamazdı.
Bir de şu şarkı? Hani kıtaları ‘sevdim seni’ ile biten?
Bu şiiri, şiir zevki olanlar bulsun okusun. Çünkü, şiirimizin nadide bir parçasıdır bu şarkı.
Bir iki bestesini dinledim. Tavsiye etmem. Şiiri bozuyor o besteler.
Bir çok kıtası ezberimde. Fakat buraya, arkadaşım, merhum Ramazan Dikmen’in turuncuya yakın sarı bir kartona güzel el yazısıyla yazıp Karşıyaka’daki odasının duvarına astığı mısraları almak istiyorum.
Hasteyim ümmid-i sıhhat çeşm-i bimarındadır
Bir devasız derde oldum mübtela sevdim seni.
Müsaade ederseniz kelimeleri açmayayım. Erbabı anlasın yeter. Zira, ‘çeşm-i bimar’ı hekim veya hastabakıcı aklıyla okuyanlar olur diye korkuyorum.