Sonunda ‘Metaverse’i de yaptılar.
Öyleyse vakit kaybetmeden karşı çıkalım. ‘metaverse’in gerçekdışılığı konusunda fikirler geliştirelim, kendimizi buna ikna edelim, sonra başkalarını ve Metaverse’i çürütelim.
Öyle çürütelim ki Metaverse ve taraftarları dımdızlak kalsın ortada.
Saygıdeğer bir düşünce tarzı.
Böyle yaparak alem hakkındaki tasavvurumuzu ve alemde kendimize uygun gördüğümüz yeri muhafaza edebiliriz.
Fakat alemi muhafaza edemeyiz. Alem alır başını gider.
Kendimiz dımdızlak kalırız.
Mamafih bu da saygıdeğer bir durum. Bir direnme hali.
Buna ‘muhafazakarlık’ desek uygun düşer mi?
Düşebilirdi, eğer ‘muhafazakar’ kelimesi bir anlam kaymasına uğramasaydı. Türkiye’de muhafazakarlık ‘dindarlık’ kelimesine yaklaştı, bazen onun yerine kullanılıyor.
‘Dindar’ olunca mutlaka muhafazakar olmanız gerekmiyor.
Dindar oluyorsunuz ve her türlü iyi veya kötü duruma intibak edebiliyorsunuz. Bunu tecrübeyle gördük.
Bu tecrübenin en acı meyvesi dindar olmanın zorunlu olarak ahlaklı olmayı gerektirmediği yargısının yerleşmesi oldu.
Bu süreçte utanma da kaldırıldığı için müsebbiplerin utanmasını bekleyemeyiz.
Metaverse’i işitince önce kendim anlamlandırmaya çalıştım.
Kelimeyi böldüm, çarptım. Olmadı. Acaba ‘verse’in bilmediğim bir anlamı mı var? Yok. Ayet, mısra ve saire.
Sonra ‘metaverse’ hakkında yazılanlara baktım.
Meğer ‘verse’ ‘universe’ kelimesinin içinden koparılmış.
O zaman kolay. ‘Öte alem.’ Öteki dünya, öteki evren.
Oğlum bu dediğin neredeyse ‘ahiret.’
Doğru, bu alem-öteki alem çağrışımlarına müsait. Ama tam o değil.
Belki biraz zorlamayla, içinde yaşadığımız alemin bir üst medeniyetin geliştirdiği ‘simülasyon’ olduğuna dair tezlere atıfta bulunarak ‘öte dünya’ya nispetle alt bir varoluşu ifade eden bu dünyaya benzetebilirsiniz.
Biraz da Eflatun’un mağara metaforundaki gölgelere.
Eğer içinde yaşadığımız dünya gerçekse onun içinde kurduğumuz sanal dünya, Metaverse.
Artık biliyoruz, ‘sanal’ dediğimiz şeyin de bir gerçekliği var.
Hem kendi içinde hem kendi dışında.
İki dünya birbirine taşabiliyor.
Oradan bakarsan dünyayla ahiret de birbirine taşabiliyor.
Boşuna mı diyoruz, ‘dünya ahiretin tarlası?’
‘Zerre miktarı iyilik yapan onu görür, zerre miktarı kötülük yapan onu görür.’
Burada işlediğin ‘öte’ye yansıyor.
‘Sanal alem’se ‘metaverse’le kastedilen, kısmen gerçekleşmişti.
Sanal alemdeki özene bezene oluşturduğumuz kimliklerimiz.
Sanal alemdeki ahlaklılıklarımız, dürüstlüklerimiz, fedakarlıklarımız, kahramanlıklarımız, akıllılıklarımız, onurlarımız, egolarımız, empatilerimiz...
Müteaddit yüzlerimiz.
Gerçek alemdeki kimliğimize izafe etmeyi başaramadığımız her şey.
Sonra sanal çiftlikler, sanal şehirler, evler… Sanal paralar, coinler.
Bu kadarını tecrübe etmiştik.
Twitter üzerinden yapılan atamalar, twitter üzerinden istifalar, twitter üzerinden görevden almalar.
Bunlar da sanal alemle gerçek alemin birbirine taşması değil mi?
Bunları da tecrübe etmiştik.
Şimdi bu dağınık gerçekliği geliştiriyorlar. İkinci bir dünya kuruyorlar, adına da Metaverse’ diyorlar.
Ama gerçek değil, sanal!
Diyerek sıyrılamazsınız işin içinden.
Bitcoin alırken para ödüyorsunuz, satarken para alıyorsunuz.
Coinler hayali olabilir, verdiğiniz para gerçek.
Metaverse’ten ev alıyorsunuz, arsa alıyorsunuz.
İçine girip oturamıyorsunuz, arsanızın üzerinde yürüyemiyorsunuz, yatıp yuvarlanamıyorsunuz.
Siz yürüyemiyorsunuz ama ‘avatar’ınız yürüyebilir.
Arkadaşınızın avatarıyla sizin avatarınız oturup orada pişpirik oynayabilir.
Avatar ne mi?
Hintçede ruhun bir bedene hulul etmesi. Aşağı-geçmek.
Eh, ‘avatar’ kelimesi de Hintçe’deki anlamından başka bir anlama hulul etmiş. Senin bir yansıman. Senin ruhunun sanal alemdeki mevcudiyetinin içine girmesi.
Metaverse’ten aldığınız arsa gerçek değil ama verdiğiniz para gerçek.
Eviniz de, çiftliğiniz de, şehriniz de, ülkeniz de…
Aldığınız toprağın, çiftliğin, evin değerlenebileceğini düşünüyorsunuz. Değerlenince satarsınız.
O da gerçek. Satarsınız, ‘coin’ satar gibi.
İsteyen dışında kalsın, kalabiliyorsa. Sen dışında kalsan bile o seni içeriyor.
Gide gide, hangi dünyanın gerçek, hangi dünyanın yalan olduğunu ayırt edemeyeceğimiz bir noktaya mı varacağız?
Ya da ikisinin de yalan olduğunu anladığımız bir bilince?
İsterdim, sonunda hakikati arayacak takatimiz kalsın.