Sekülerleştik mi? Evet, sekülerleştik. Hem de çok tuhaf bir şekilde.
Nesi tuhaf?
Sekülerleşmemizin bütün aşamalarını dini ve milli terimlerle tarif edebiliyor olmamız tuhaf.
Gerçi bunu başarmamıza yardımcı olacak vesait gelenekte de vücut bulmuş.
Eğer elinize geçerse bakın, zengin bir ‘hiyel’ külliyatımız var.
Nedir ‘hiyel?’
Hileler. Ahkamın arkasından dolanma sanatı.
Nereden çıktı bu sekülerleşme bahsi? Anlatayım.
‘Perspektif’i zaman zaman gözden geçiririm. Perspektif, Hatem Ete ve yazarımız Osman Sert’in yönettiği bir düşünce platformu. Bugüne kadar haberdar olmayanlar ‘perspektif online’ diye internette arasınlar, bulurlar.
Son baktığımda Esat Arslan’ın bir makalesini gördüm.
Esat Arslan imzasını görünce okuma ihtiyacı hissedersiniz. Bilirsiniz, Esat Arslan sizi sarsmanın bir yolunu bulacak.
Bu defa ‘21. Yüzyıl Türk Sekülerleşmesinin Kaynakları: Şerif Mardin’den Mülhem Bir Yaklaşım’ yazmış.
Yazının başındaki spot yeterli eski tüfek İslamcıların ilgisini çekmeye.
“Bugünkü sekülerleşme, İslam’ı bir ideolojik kimlik olarak gören, İslam’ı siyasal bir dava olarak görüp toplumu, kültürü ve ekonomiyi bu ideoloji doğrultusunda dönüştürmeyi hedef edinmiş kesimlerin ve onların çocuklarının sekülerleşme tecrübesidir. Yani İslam bayrağını elinde tutan militan bir grubun kendi dünya görüşüne yabancılaşması meselesidir bugünün sekülerleşmesi.”
Tamam, işte bu. Bir kader’ gibi birkaç kuşağın birden üstüne çöken şey.
Bu konuya zaman zaman ben de temas ediyorum. Neremiz değişti? Nasıl değişti? Sorular soruyorum, cevaplar karalıyorum.
Zamanenin kendi hüviyetini nasıl parçaladığını… Yarısı dindar yarısı laik şizofren karakterlere dönüştüklerini… Bir ayakları dini alanın içinde sabitmiş gibi dururken öteki ayaklarıyla haram helal gözetmeksizin nasıl her yere bastıklarını anlamaya çalışıyorum.
Bu biraz da kendimizi anlamaya çalışmak.
Çünkü Arslan’ın paragrafındaki gerçeklik az veya çok hepimizi kuşatıyor.
Makaleyi okurken iki olgunun iç içe geçtiğini gördüm.
Biri, dinden tamamen vaz geçme. Biri dinin, dini hassasiyetlerin toplumun ve bireyin hayatındaki etkisinin ortadan kaybolması.
Doğrusu ben bu olgulardan ikincisiyle daha fazla ilgilendim.
Sekülerleşme sürecini anlamlandırmada yaygın olan dört açıklama biçimini sıralamış Esat Arslan.
“Bu açıklamalardan ilki, son 15 yılda İslamcı AK Parti’nin yozlaşmasının, örnek bir İslam lideri olarak gösterilen Fethullah Gülen’in bir sahtekâr olduğunun açığa çıkmasının ve İslam’ın temel kaynaklarına referansla terör yaratan IŞİD’in yanlışlarının otomatik olarak dinden çıkışları beslediği yönünde.”
Bu açıklamayı ‘sathi’ bulduğunu söylüyor Arslan. Haklı olabilir. Ama doğruluk payı var mı açıklamada?
Bence var.
“Bugün dinden çıkışları açıklamaya getirilen farklı bir tez ise dinin özünde irrasyonel ve hurafe bir şey olduğu ve insanlar aydınlanmış bir eğitimden geçince dinin otomatik olarak kaybedileceği inancı…”
Arslan’ın dediği gibi, bu da sathi. Bence de vakıanın ancak cüzi bir kısmını izah edebilir.
Arslan’ın sathi bulduğu 3. Ve 4. İzah şekillerini buraya almıyorum. (Çünkü yerim dar. Benim bıraktığım boşlukları tamamlamak için Perspektif’teki orijinal makaleye müracaat edilebilir.)
Peki Esat Arslan’a göre nasıl adım adım sekülerleştik?
“Birinci olarak, İslamcılar 2008 yılında Kemalist orduyu yenilgiye uğrattığında, cemaat oluşumunda temel olan mağduriyet ve asabiyet duygusunu da yitirmiş oldular.”
“İkinci olarak neoliberal küreselleşme İslamcılar arasındaki işçi-işveren münasebetini bozdu. İşçiler ve işverenler, giderek daha yoğun olmak üzere, kendilerini aynı ümmetin parçası olarak değil de basit bir kâr amaçlı iş sözleşmesinin aktörleri olarak görür oldular.”
“Üçüncü olarak, İslamcıların iktidara geçişi, pek çok İslamcının artık bürokraside ve siyasette koltuk sahibi olabileceği ve kamusal olanaklardan meşru ya da gayrimeşru biçimlerde pay alabileceği bir fırsat evreni yarattı. Yani insanlar arası ilişkilerin hasbiliği, samimiyeti ve sıcaklığı 2002’den sonra giderek erozyona uğradı.”
“Ve son olarak, neoliberalizm, Türkiye’de altyapı ve lüks konut inşasını teşvik edince, eskiden pek çoğu Şerif Mardin’in ‘mahalle’ adıyla zikrettiği kolektif mekânlarında yaşayan bireyler lüks apartman evlerine taşındılar. Ve yeni apartmanlarda atomize olmuş aileler olarak eski ‘mahalle sıcaklığını,’ giderek daha yoğun olmak üzere, yaşayamaz oldular.”
Bu bir bozulmanın hikayesi. Daha bitmedi. Esat Arslan daha ilmi anlatıyor. Müteakip yazıda devam edelim.