Alınıp satılamayan, hüviyetleri mezata konulamayan, eğilip bükülmeyen adamlar.
Kaç tane var böyle adamımız?
Bir elin parmakları kadar var mıdır?
Ben çok rastlamamış olabilirim. Bu konuda karamsarım. Çok az var.
İnşallah ‘Gök kubbenin altı boş değildir’ sözü doğrudur.
‘Adam’ kelimesi biraz avami görünebilir. Şu anda bu kelime kolayıma geldi, kullandım. Lütfen mazur görülsün. Benim kelime fukaralığıma bağlansın.
Dün, ‘dunyabizim.com’da, Atasoy Müftüoğlu’nun ‘Yeni bir dil inşa etmek’ temalı konuşmasının haberini okudum.
Kadim arkadaşım Şakir Kurtulmuş hazırlamış haberi.
Haberin başlığında hepimizi ilzam edecek, hepimizi nefs muhasebesine sevk etmesi gereken bir cümle vardı.
“İslam’ı tarif ediyoruz ama, tecrübe etmiyoruz.”
Bizim, bir özelliğimiz daha var. Sözün güzelini görebiliyoruz. Sonra da, sanki o söze liyakatimiz varmış gibi, dilden dile gezdiriyoruz.
Ben, terbiyem gereği, bu cümlenin muhatabı olduğumu düşünüyorum ve noksanlıklarımdan dolayı hicap duyuyorum.
Yani, bu cümle karşısında, ‘ben sağlamdayım, alın siz de istifade edin’ tavrında değilim.
Bir ara, Hece Yayınları’nın talebi üzerine, Atasoy Abi hakkındaki hissiyatımı kısaca yazmıştım. (Irmağın İçli Sesi, Atasoy Müftüoğlu Kitabı.)
Ben, bir yazdığımı bir daha yazmakta çok zorlanıyorum. Buna rağmen, şurada, Atasoy Abi’nin benim hayatımdaki ‘ağabey’ kavramına tam anlamıyla tekabül ettiğini tekrarlamalıyım.
Okumaya devam ediyorum.
“Her türlü durumda hakikati söyleyen topluluğa acilen ihtiyacımız var.”
Her türlü durumda sözünü değiştiren, doğru veya yalan, ne lazımsa, işimize hangisi geliyorsa onu söyleyen bir topluluğun içinde ne kadar kıymetli böyle bir sözün söylenmesi.
“Bireysel dindarlığa ikna edildik. Milli dindarlığa ikna edildik. Ulus dindarlığına ikna edildik.”
“Bir toplumda din adına düşüncesizleştirmekten daha vahim bir şey olabilir mi?”
“İslam dünyasının, maruz kaldığı emperyalizme cevap verecek hale gelmesi gerekiyor. Kültürel muhafazakarlık içerik üretmiyor. Bugünü yaşıyoruz ve bugüne önerebileceğimiz hiçbir şey yok. İbn Haldun’dan bu yana bir tarih felsefecisi yetişmedi. Neden diye kendimize sormalıyız.”
Atasoy Abi’nin kendisine çağırdığına rastlamadım.
Kırk yıldır tanıyorum. Hakikate çağırdığına şahidim.
Hakikate çağırır gibi yapıp kendisine çağıranlardan da olmadı.
Herkes kendine çağırırken, Atasoy Abi’nin gençlere söylediğine bakın:
“Gençler, bize gelmeyin, kendinize gelin.”
Ben, ‘gençler’ zümresine dahil değilim. Yaşım kemale erdi. Ama bu nasihatin, eğer tutabilirsem, benim için de faydalı olduğunu düşünüyorum.
Ne yaptım ben şimdi?
Ecmainlik mi yaptım?
Abicilik mi yaptım?
Yanılırsınız, eğer böyle bir zehaba kapılırsanız.
‘Kendisine çağırmayan’ bir mü’minden, ‘abicilik’in sökmeyeceği bir şahsiyetten bahsediyoruz.
Fikirlerine iştirak etmek zorunda değilsiniz.
Kafanız ne kadar ‘müstakil’se hakikati anlamaya, hakikati söylemeye o kadar müsait olursunuz.
Yazımın giriş cümlelerini, sadece Atasoy Müftüoğlu’nu düşünerek yazmadım. Kaç kişiyseler o vasıflara sahip ‘Adam’lar, onları düşünerek yazdım.
O düşündüğüm ‘adamlar’ın hiçbiriyle fikren yüzde yüz mutabık değilim.
Kendimle de her zaman mutabık değilim.
(Fakat Atasoy Abi’nin tırnak içinde naklettiğim cümleleriyle yüzde yüz mutabıkım.)
Onlar dahi benim onlarla hemfikir olmam için bayılmıyorlar.
Asıl dikkat çekmek istediğim, o ‘adamlar’ın ‘adamlık’ları.
‘Mürüvvet’leri.
Bir de...
Kaht-ı rical.