‘Orduya sadakat şerefimizdir’ diye bir şey vardı, hatırlar mısınız?
Neydi o?
28 Şubat’ın bir sloganıydı. Orduevlerinin kapısına yazmışlardı.
Nereden çıktı? Ordu ne? Sadakat ne demek? Böyle bir sorun mu var?
Ordu memleketin ordusu. Vatandaşın ordusu.
Niye vatandaş memleketin ordusuna sadık olmasın ki?
Fakat bana kalsa ordunun sadakati, yani ordunun millete, memlekete sadakati daha önceliklidir. Yani ‘millete sadakat şerefimizdir’ diye bir slogan yazılsa daha tutarlı olurdu.
‘Orduya sadakat şerefimizdir’ sözü başka bir şeyi ifşa ediyordu aslında.
‘Evet, TSK’da bir kadro tuhaf şeyler yapıyor. Daha önce görülmemiş bir başörtüsü taassubu var. İşte, eşi başörtülü subaylar askeriyeden atılıyor. Lojmanlardan çıkarılıyor falan. Dini tezahürlere karşı da sanki bir alerji gelişti kimi subaylar nezdinde. Kur’an-ı Kerim tedrisine, kurslara, okullara... Bunların ‘milletin ordusu’ kavramıyla çeliştiğini düşünebilirsiniz. Bu düşünceler sizi yoldan çıkarmasın. Orduda birtakım yanlışlar yapılıyorsa da siz o yanlışları sorun etmeyin. Orduya sadakatiniz sarsılmasın. Yanlış gördüğünüz o şeyleri kutsayın. Kutsamakla kalmayın, müdafaa edin.’
Benim okumamla, ‘orduya sadakat şerefimizdir’ lafının tercümesi buydu.
Bir replik vardı bir dizide... İnsanların lisanına pelesenk olmuştu. ‘Vasfiye Teyze’nin meşhur repliği...
“Ne çektin be Selahattin?”
“Ne çektin be Gülistan?”
Biliyorum komik.
28 Şubat hatıra gelince hiç tebessüme mecalimiz olmaz.
Çok çektik. Çok da yazdık.
O zamanın gazeteciliği nasıl bir şeydi diye sorarsanız... Tabii her devrin bir gazeteciliği var.
O devirde askere ne kadar ‘erişim’iniz varsa o kadar gazeteciydiniz.
Ankara, İstanbul, ‘asker ne dedi?’, ‘asker ne demek istedi?’ gibi sorulara güya hikmetli cevaplar veren gazetecilerle doluydu.
O tür gazetecilerin ‘asr-ı saadet’iydi 28 Şubat günleri.
Askerin duruşunu, kaşını çatmasını, dudağını bükmesini, ettiği kelamı, cümlenin içindeki virgülü, noktayı, soru işaretini tefsir etmekle yükümlü cunta ruhbanları gibiydi bazı gazeteciler.
‘Karargah rahatsız’sa bunu onlardan öğrenirdik.
Her nedense kendileri rahatsız olunca ‘asker de rahatsız’ olurdu!
Ne kadar sürdü 28 Şubat?
Bin yıl sürmedi onu biliyoruz.
Ama en az 5-6 yıl sürdü.
AK Parti iktidarında da bir müddet etkisini hissettik.
Biliyorsunuz başörtüsü yasağı daha birkaç yıl önce kalkabildi.
28 Şubat’a birkaç gün kala Hürriyet, 28 Şubat çağrışımı yapan bir manşet attı.
“7 Eleştiriye 7 Yanıt.”
‘7 Eleştiri’nin birinci maddesine, kadın subay ve astsubayların başörtüsü takması konusundaki yasağın kaldırılmasını koymuşlar.
Böyle bir sıralama tercihi 28 Şubat çağrışımını cezbediyor.
Başka?
Geçen sene bu zamanlarda ‘dar-ı baka’ya göçen merhum Hasan Karakaya için yapılan taziye.
Sonra?
Genelkurmay Başkanı Akar’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte dış geziye gitmesi.
Herhalde Akar’ın Ravza-i Mutahhara’da Cumhurbaşkanı’yla yan yana saf tutması ‘eleştiriyi üreten taraf’ı daha ziyade rahatsız etmiştir.
‘Eleştiriyi üreten taraf?’
Evet, sıralanan maddeler vatandaşın rahatsız olacağı konuları yansıtmıyor.
Daha çok dini tezahürlerden rahatsız olma geleneğini yansıtıyor.
Yani varsa eğer bir eleştiri, o taraftan geliyordur.
Maddeleri biliyorsunuz uzatmaya gerek yok.
Ağır bir haber.
Muhtelif tepkilere, yankılara sebep olabileceği önceden kestirilebilecek bir haber.
Hele de 15 Temmuz kalkışmasının pis kokusu henüz semamızdan temizlenmemişken...
Haberin üst başlığındaki “Karargah Rahatsız” cümlesi, hassasiyete tuz biber ekiyor.
Sanki 28 Şubat gazetelerinden kopmuş gelmiş bir parça.
Çağrışımları sevimsiz.
Biz 28 Şubatta rahatsızdık o gelenekten.
Şimdi de o kasvetli günlerin geri gelmesini asla istemeyiz.