Bizim Ankara’mızın bize mahsus bir güzelliği vardı. Bu güzelliğin çoğunu biz yapıyorduk.
Kendi oturduğumuz ev. Süleyman Özdil, Cemal Şakar, Hüseyin Bektaş, Üzeyir Sali, bir ara Vahdet Sürücü, Ekrem Aslantekin...
Vahdet Sürücü’yü özellikle yazdım. Yakınlarda, bir vesileyle izine rastladım, telefon numarasını öğrendim, öyle sevindim ki...
Daha önce yazmışımdır, yine yazayım, bizim ev 8. Cadde 9/25. Biraz aşağıda Dergah Apartmanı’nda Mustafa Yılmaz, Gültekin Tuğ, Nevzat Ersoy. Aynı apartmanın çatı katında Zeki Ertürk ve arkadaşları. Pazaryeri’nin yakınlarında Ahmet Şirin. Karşıyaka’da Ramazan Dikmen, Mehmet Ercümen, yanlarısıra Mehmet Cırık, Ahmet Görücü gibi arada değişen isimler. Karşıda, kapı komşusu ve sonradan bacanağı Ömer Lekesiz. Özelif’te Recep Yumuk ve Yusuf Yazar...
Bu evlerin toplamı bize okulların bile sağlayamadığı bir eğitim ortamı oluşturuyordu.
Tabii ki bir hizip, bir cemaat, bir tarikat değildik.
Bir kısmı okuyan yazan, bir kısmı da sadece okuyan öğrencilerdik. Herkes müstakildi. Ama arkadaştık, dosttuk.
Bir taraftan da herkes kafasına göre takılıyordu.
Sadece evler mi? Hayır.
Sabahları evden çıktığımızda yönümüzü çevirdiğimiz Zafer Çarşısı. Gerçi Mehmet Ercümen daha çok Hacı Bayram’a giderdi.
Zafer Çarşısı’ndaki Akabe ve Fatih Kitabevleri.
Şimdi Ankara’nın uğrak yerleri değişti. Sosyete olduk, daha çok Tunalı’daki, Çukurambar’daki konforlu mekanlarda dolaşıyoruz.
Yani dolaşan dolaşıyor. Seyrek seyrek benim de yolum düşüyor.
Çukurambar’la Zafer Çarşısı arasındaki fark, eski Ankara’yla şimdiki Ankara arasındaki kalite farkını sembolize edebilir.
Bir tarafta kitaplar, öbür tarafta yemekler.
Bir tarafta okuyanlar, yazanlar, öbür tarafta yiyenler, içenler.
Bugün niye geldim Zafer Çarşısı’na?
Akabe’nin yanında yanlış hatırlamıyorsam Akdağ Müzik diye bir dükkan vardı. Plak, kaset cinsi bir şey arayan orada bulurdu.
Zafer Çarşısı solcuların yeri olarak bilinirdi. Akabe’de vakit geçirirken en çok Ruhi Su dinlerdik, belki biraz Zülfü Livaneli, biraz Aşık Mahzuni. Ara sıra da sol protest şarkılar.
Akdağ Müzik sayesinde.
Çarşının koridorunda gezerken mi işittim? Şu anda bana öyle geliyor. Çarşıda duymaya alışık olmadığımız bir ses.
“Hayal-i yâre değmen girye dursun
Kurulsun sahn-ı çeşmimde otursun
Sipah-ı aşk-ı cana can elinden
Dağılsın kol kol olsun ordu kursun”
Beste Rıfat Bey. Güfte Yusuf Kenan Bey. Saba Zemzeme Curcuna şarkı.
Evde teyp var. Kendimiz çalıp kendimiz dinleyebiliriz.
Dükkandaki arkadaşa bu şarkıların kaseti var mı diye sordum.
“Yok” dedi, “Ama istersen doldururuz, yarına hazır olur.”
Kamuran Akkor’un bir uzun-çaları varmış. Eserlerin takdimini harika ses tonuyla Tarık Gürcan yapıyor.
“Tamam, doldur” dedim.
Ertesi günden itibaren bir müddet musiki ihtiyacımı o kasetten karşıladım.
Başdöndürücü bir şeydi.
“Şimdi hatırda mıdır aşık-ı nalan acaba?
Kim onun artık o gül ruyine hayran acaba
Yine yadında mıdır eski perişan acaba?
Kim onun artık o gül ruyine hayran acaba?”
Beste Cevdet Çağla, güfte Rüştü Şardağ. Kürdilihicazkar.
Alaeddin Yavaşça’nın anlatımına göre Cevdet Çağla bu şarkıyı birlikte gemiyle İzmir’e konsere giderlerken bestelemiş.
Bir de Hammamizade İsmail Dede Efendi şarkısı var.
“Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum
Aklımı yağmaya verip fikrimi şaştım
Mecnun’a şimdi eş olup dağlara düştüm”
Bu defa ağırlık merkezi şarkının sonunda:
“Sor güle bülbül ne çeker hârın elinden
Bir dahi gül koklamayım yârin elinden”
70’li ve 80’li Ankara yılları. İdeoloji denen şeyin zirvede olduğu zamanlar.
Biz de farklı değiliz. Hepimizin birinci önceliği ideoloji.
Bize sorsalar güzel hayallerimiz vardı.
En büyük meşgalemiz vatan kurtarmaktı.
Vatanı kurtaramadık.
Hayallerimizin üstüne gökdelenler inşa edildi.
Bu anlattıklarım da o yıllardaki kesif ideoloji ortamını seyreltmeyi başardığımız vesilelere dair.