Medyada, -en azından medyanın kalabalık kısmında- Trump’ın ‘bizim adam’ sayıldığı, Trump’ı eleştirmenin sakıncalı bulunduğu zamanlar oldu.
Bazı kritik konularda mesela Halkbank davasında bize faydası olur diye mi düşünüyorlardı bilmiyorum.
Trump ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdığında biraz bocaladılar.
Trump’a atıp tutabilir miyiz?
Aman gözünü seveyim biraz idareli atıp tutalım.
Rahip Brunson’ı hapiste tuttuğumuz günlerde yazdığı kaba-saba ifadelerle dolu mektup da bir travmaya yol açmıştı.
Yine de medyanın ana eğilimi değişmedi.
Mektubun içeriğine fazla girmemek, konuyu fazla dillendirmemek daha güvenli bir yoldu. Güvenli yoldan gittiler.
Trump’ın haberi var mıydı bizdeki Trump’çılardan?
Muhtemelen yoktu, biz kendi kendimize gelin güvey oluyorduk.
Biden ise ‘kötü adam’dı.
Türkiye’deki seçimlerde muhalefete destek vereceğini ilan etmişti. Kötü olması için bu kadarı yeterliydi.
Biden’ın seçilmeden birkaç ay önce verdiği bu beyanat çok kullanışlıydı.
Tepe tepe kullandılar.
Ekran yüzlerinin her gün değilse bile günaşırı şu tezi işlediğine şahit olduk:
Bakın, ABD başkanı bizi istemiyor. Açık açık söyledi. Binaenaleyh muhalefet dış güçlerin muhalefetidir.
Biz yerli ve milliyiz. Yedi düvele karşı mücadeleye devam.
Halbuki bizim siyasetçilerimiz (iktidardakiler de muhalefettekiler de) ihtiyaç duydukları ölçüde ‘dış güçler’e karşı ve ihtiyaç duydukları ölçüde ‘dış güçler’le yüz-gözdürler.
‘Dış güçler’ de öyledir. Lüzumu halinde bizi severler, lüzumu halinde bize mektup yazarlar.
Hele ABD…
Kim gelirse onunla çalışmanın bir yöntemini bulur.
Yani fazla coşmamızı, sevindirik olmamızı gerektirecek bir durum yok.
Yeni siyasi konumlanmalar, söylem değişiklikleri siyasilerden çok ekran yüzlerimizi yoruyor.
Mesela, düşük faiz politikasına sımsıkı yapışıyorlar.
İhracata dayalı ekonomi, üretim, istihdam, Türkiye modeli, ‘nas’ laflarını tekrarlaya tekrarlaya dillerinde tüy bitiyor.
‘Epistemolojik kopuş’a bile iktisadi ve felsefi izahlar getiriyorlar.
Sonra, Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı olunca, Merkez Bankası faizi yüzde 8,5’tan yüzde 15’e çıkarınca ‘rasyonalite’ye intibak etmeleri gerekiyor.
Kolay değil. İntibak süresi çok kısa. Bir günde nasıl oradan oraya geçeceksin?
İsveç’in Nato’ya girip girmemesine dair tartışmalarda da benzer bir sıkıntı oldu.
İsveç terörü besliyor. Teröristleri himaye ediyor.
Kur’an-ı Kerim’in yakılmasına izin veriyor.
Vay namussuz! Vay edepsiz!
(Kur’an-ı Kerim’in yakılması elbette mel’un, aşağılık bir fiil. Ama zamanlaması siyasi bir organizasyon olduğunu da ifşa ediyor. İsveç’teki Nato karşıtlarından Putin’e kadar bir sürü mihrakın müdahil olabileceği bir organizasyon.)
Hayatta giremez Nato’ya, rüyasında bile göremez!
Bu teze çalışıyorsun. Tel tel işliyorsun.
Sonra… Birkaç gün sonra bu tezden geri dönmen gerekiyor.
Ne diyeceksin?
İstediğimizi aldık.
Ne aldık?
İsveç bizi AB’de destekleyecek.
Daha önce de destekliyordu zaten?
Ama Kur’an-ı Kerim’in yakılmasını da tasvip etmediğini söyledi.
Bravo!
AB de o kadar kötü değil. Türkiye de zaten bir Avrupa ülkesi. Bizim geleceğimiz de Avrupa’dadır.
Ayrıca Biden da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cesaretini öven bir video paylaştı.
Benim görebildiğim, siyaset kendisini ‘reelpolitik’e uyarlamaya çalışıyor.
Bunu yaparken zikzaklar çizebiliyor.
Zikzakları tefsir etme külfeti de medyaya kalıyor.
Bir nalına bir mıhına vururken yoruluyorlar.