Bina kalitemizle idareci kalitemiz aynı

Yusuf Ziya Cömert

Londra’nın, Paris’in caddelerinde görürsünüz, balkonları, pencereleri süslü, cadde boyunca sıralanan yüz yıllık, iki yüz yıllık kagir evler görürsünüz. 

Neredeyse bütün Avrupa şehirlerinin merkezi kısımları böyledir. 

Şehir ne güzel dersiniz. Bizde niye yok? 

Kocamustapaşa’da, Şehremini’nde, Fatih’te, Süleymaniye’de, Zeyrek’te, Cibali’de, Üsküdar’da niye yok? 

İstanbul ahşaptır çünkü. 

Bizans’ın İstanbul’unda binalar taştanmış. 

Sonra, bizimkiler ahşaba dönmüşler. 

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden evlerin çoğu ahşaptı İstanbul’da. 

Benim çocukluğumda bile, Üsküdar evlerinin neredeyse yarısı ahşaptı. 

Biz, yerli zekamızla, yıkılması yasak olan eski ahşap evleri genellikle kaza süsü vererek yaktık ve yerine eciş bücüş, kimliksiz apartmanlar yaptık. 

Üsküdar’da bizim oturduğumuz ahşap cami meşrutasını biz İstanbul’dan taşındıktan birkaç yıl sonra yakmışlar, yerine beton bir lojman kondurmuşlar. 

Neden ahşaba döndü bizimkiler? 

Büyük ihtimalle, 1509’daki, İstanbul’da büyük yıkıma sebep olan depremden sonra. 

Demek ki, tarihteki en büyük kentsel dönüşümlerden biri İstanbul’da yapıldı. 

Tabii depremin yerine yangınlar geçti. Ahşaptan ahşaba kolaylıkla geçen ve bazen bir mahalleyi, bir semti tümüyle yakan yangınlar. 

Yine de ahşap, depremin çok sık ve şiddetli olduğu kentler için bir çözüm sayılırdı. 

Bugün artık beton medeniyetinin içindeyiz. Kolay kolay ahşaba dönemeyiz. 

Ama, depremde yıkılma ihtimali daha az olan sağlam beton evler yapabiliriz. 

Yapmadık. 

Uyanığız çünkü biz. 

Daha az çimento, daha az demir, daha ucuz kum, daha kalitesiz malzeme kullanarak kâr ettik. 

Ettiğimiz kârlar, bir nesil sonra enkaz altında kalmış kadın, erkek, çocuk cesetleri olarak geri döndü. 

Kim mesul? 

Bana kalsa tarihteki herkesi, bütün kralları, bütün padişahları, binaları kötü yapan ahaliyle beraber mesul tutacaktım. 

Ama İstanbul’un ahşaba dönüşünü hatırlayınca İstanbul için cüz’i bir tenzilat yaptım. 

Hiç olmazsa 17 Ağustos depreminden sonra aklımızı başımıza devşirebilirdik. 

1999’dan 2020’ye 21 sene geçmiş. 

İstanbul için yeterli bir süre. 

İdi. 

Şimdi ne kadar süremiz var bilmiyoruz. 

Bugün olabilir, yarın olabilir, bir hafta veya bir yıl sonra olabilir. 

Kaybedilen her dakika büyük gaflettir. 

Kimin gafleti? 

Evvela idarecilerimizin, yetki sahiplerinin. 

Sonra katkımız nispetinde hepimizin. 

Binaların dönüşümü için kararname yapmayan reisicumhurun, bakanın, kanun yapmayan Meclis’in, kıyameti koparmayan belediyenin, kontrol yapmayan mühendisin, açgözlülüğü yüzünden tadilat için imza vermeyen kat malikinin, hepsinin. 

Binalarımızın kalitesiyle idarecilerimizin kalitesini kıyaslamak mantıksız değil. 

İnşaatçılarımızın, müteahhitlerimizin, mebuslarımızın, mühendislerimizin kalitesi için de geçerli bu. 

İzmir’de 12 bina yıkılmış. 

Hemen, arama kurtarma ekiplerimiz, yardım ekiplerimiz İzmir’e koşmuş. 

Hepsinden Allah razı olsun. 

Hemen o gün yetiştiler. 

İyi de... Allah göstermesin İstanbul’da on bin yirmi bin bina yıkılınca hangi birine yetişeceksin? 

Önemli olan, çürük olanların yerine sağlam, kolay kolay yıkılmayacak, içinde yaşayan insanları öldürmeyecek bina yapmaktır. 

O yapılamıyorsa öğünülecek bir şey yok. 

Utanılacak bir şey var. 

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (26)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.