Anketler muhtelif. Ak Parti’yi ikinci parti olarak gösteren de var HDP’yi, MHP’yi baraj altında gösteren de…
Ak Parti ikinci parti olunca birincilik kime geçiyor? Yüzde 0,6’lık farkla CHP’ye.
İyi Parti bir ankette barajın altında bir ankette neredeyse yüzde 20.
Vatan Partisi bir ankette yüzde sıfır küsur, bir başka ankette yüzde 5.
Türkiye’deki yaygın sorulardan birisi “Doğru mu bu anket?” sorusudur.
Tuhaf bir soru.
Adam anket yapmış. Maksadı anketi sattığı siyasi camiayı yanlış verilerle dolandırmak değilse doğrudur anket.
Yine de mesleki hileler yapılabilir.
Anket yaptığın şehirlerin dağılımında küçük kaydırmalar yaparsın. Mesela Diyarbakır yerine Şanlıurfa’yı koysan HDP’yi baraj altına indirirsin.
Fakat bunu erbabı hemen anlar.
Anlaşılamayacak hileler de yapabilirsin. Rakamlara bakarsın. Yahu filan partiye biraz fazla vermişler dersin, fazlalığın birazını öteki partilere dağıtırsın ya da gönlünü hoş etmek istediğin siyasetçiye ikram edersin.
Yani?
Yani, “Bu anket doğru mu?” sorusu ilk bakışta biraz tuhaf kaçsa da anket sonuçlarının çeşitliliğine bakınca doğru bir soru.
Her şeyin ‘doğru’ yapılması halinde bile anketlerin ölçemediği var mıdır?
Vardır.
Siyasi tarihimiz anketlerin çuvallama hikayeleriyle doludur.
Yine de lazım anketler.
Az yanılmak istiyorsan sektörde mazisi olan, tutarlı verileriyle itibar kazanmış şirketlerin verdiği sonuçları baz alırsın.
Böylece, siyasi analizlerinde fazla uçmazsın.
Ben de bakıyorum anketlere.
Bazen birbirleriyle, bazen de kendi anketimle mukayese ediyorum.
‘Kendi anketim’ dediğim şey ilmi veya metodik değil.
Kentte, köyde, kasabada, kahvehanede, esnafın dükkanlarında şahit olduğum diyaloglar, yakınmalar, savunmalar, yorumlar, eleştiriler.
“Ben böyle iş görmedim” diyor köylünün biri, “Mazot 25 lira olmuş.”
Köylü ‘milyon’ diyor, henüz paradan altı sıfırın atılmadığı günlerden kalma rakamlarla.
Bunu işitince vatandaşın Ak Parti’den veya Tayyip Erdoğan’dan vazgeçtiği kanaatine varırsan yanılabilirsin.
Biraz daha konuşmasını beklemen lazım.
“Hastalık çıktı, arkasından harp çıktı” gibi yumuşatıcı sebepler sıralarsa demek ki oyunu Ak Parti’ye verebilir.
Hele “Almanya’da da her şeye zam olmuş” diyorsa demek ki şikâyet ede ede sandıkta oyunu Ak Parti’ye verecek.
Ama mazot fiyatının arkasına bir yolsuzluk hikayesi ilave ediyorsa oyunu değiştirmiş olabilir.
Demirel’e atfedilen “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözüne son zamanlarda daha sık hatırlanıyor.
Bu söze, tüketici güven endeksleri ile seçim sonuçları arasında kurulan bağıntıyı da ilave edebiliriz.
Buna göre, tüketici güven endeksi 90’nın altına düştüğünde Ak Parti seçim kaybediyor.
90 iyi bir seviye mi?
Sayılmaz. Çünkü tüketici güven endeksi 200 üzerinden ölçülüyor. Yani 100 üzerinden ölçülse 90 demek 45 demek.
Kaybediyor derken, yine birinci parti. Ama tek başına iktidar olamıyor.
Mesela Ak Parti’nin büyük şehirleri kaybettiği 2019’un mart ayındaki yerel seçimlerde endeks 79,8’e düşmüş.
Bu sıralar tüketici güven endeksi 63 civarında.
Öyleyse konu kapanmış. Ak Parti kaybetmiş.
Olabilir.
Olmayabilir de.
Ben kendi gayrı-ilmi anketimde şöyle bir şey görüyorum.
Son aylarda halk arasında Ak Parti’den vazgeçtiğini söyleyenlere rastlıyorum. Ama çok sık değil. Sadece eskisine göre biraz daha fazla.
Ak Parti’yi savunanların kayda değer gerekçeleri var.
Yollar, köprüler, binalar bu gerekçelerin bir kısmını oluşturuyor.
‘Dış güçler’ söylemi biraz gevşeyerek etki etmiş olabilir. Ama iktidarın terörle mücadele performansı dış güçler söyleminden daha etkili.
Bu performans bilhassa Türkiye’nin ortasında, kuzeyinde ve batısında tasvip ediliyor.
İktidarın ekonomideki zafiyeti muhalefetle HDP arasında irtibat kurularak telafi ediliyor.
Muhalefetin parçalı görüntüsü de bir başka faktör.
Yani tüketici güven endeksi seçime muhalefetin beklediği boyutta yansımayabilir.