Babamın dağıtımı Gaziantep’e çıkmıştı. Üsküdar’daki evimizin zaten çok az olan eşyalarını önden gönderdik. Zannediyorum babam Kolejtepe’de tuttuğu eve eşyaları yerleştirip İstanbul’a döndü.
Hep beraber Antep’e gidecektik.
Haydarpaşa Garı’na bizi uğurlamaya rahmetli Osman Dayım geldi.
Oman Dayım’ı dedem evden kovmuş. O zaman 17-18 yaşlarında. Üsküdar’da bazen bizde kalıyor, bazen de sağda solda. İş bulursa çalışıyor, iş bulmazsa çalışmıyor.
Osman Dayım, büyük romancı Orhan Kemal’in romanlarındaki kahramanlar gibiydi. Hani ‘Küçük Adam’ var ya, onun gibi.
İstanbul koca bir gurbetti onun için.
Bize gelirdi. Annem, babam, ona da annelik babalık yapardı. Babama ‘Abi’ derdi zaten.
Haydarpaşa’da trenlerin hepsi kara tren. Çuf çuf çuf...
Yolculuğumuz üç buçuk gün sürdü. Biz Antep’e vardık, yerleştik. Birkaç gün sonra dayımdan mektup geldi.
Dayım, o gencecik çocuk, ilkokul mezunu bile değil, bir içli mektup yazmış.
Ben o zaman 10 yaşında ya var ya yoğum.
Bizi Antep’e götüren trenin kalkıştaki düdüğünün içini nasıl yaktığını, nasıl ağladığını bir anlatıyor mektupta.
Belki herkes unutmuştur, benim aklımda.
O çığlığı andıran kara tren düdükleri, benim için hala dayımın mektubundaki acılı, içli düdüktür.
Türkiye’nin Haydarpaşa Garı klasiği, Anadolu’nun ücra bir köyünden yatağıyla, dengiyle gelip Haydarpaşa’da trenden indikten sonra vapurla Karaköye geçen gariban köylü görüntüsüdür.
Bu da bize aittir. Şehrin ruhunun bir parçasıdır.
Fakat, dayımın mektubundaki Haydarpaşa, benim için özel.
Çok oldu yolum düşmeyeli Haydarpaşa’ya.
İstasyon olarak kullanılmıyor.
Trenle Ankara’ya gitmek istesem tren Pendik’ten kalkıyor.
Pendiğe varana kadar Ankara yolunu yarılarım.
Bugünlerde herkes Haydarpaşa’yı konuşuyor.
İhale etmişler. İhaleyi de vermişler.
Bir şirket, oraya ticari olmayan (eğer becerebilirse) kültürel faaliyetler yapacakmış.
Hangi şirket?
Hezarfen Danışmanlık Şirketi.
İlgili haberi verenler “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a yakın” ibaresini hemen ekliyorlar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi de ihaleye girmiş.
Daha az teklif vermiş.
Ama ihaleyi kaybetmemiş.
Bir takım gerekçelerle ihalenin dışına çıkarılmış.
Şartnamede müştereken ve müteselsilen ibaresi varmış.
Güya bunlar müştereken ve müteselsilen yerine ‘ortaklaşa ve birlikte’ ibaresini kullanmışlar.
İkisi aynı şey mi?
Lügat tartışması yapacaksak değil.
Peki maksat aynı mı?
Muhtemelen aynı.
Bir iki gerekçe daha var. Mantıklı olabilir. Mantıksız da olabilir.
Ben, ihale yapanlara da, ihale alanlara da, ihale kaybedenlere de artık güvenmiyorum.
Güvenmek zorunda da değilim.
Bir kayırma var mıdır?
Yoktur desem inanacak mısınız?
Akçeli işlerde kamu ile vatandaş arasında güven ilişkisi kalktı.
Hezarfen şirketi nasıl bir kültürel etkinlik yapar? Ödeyeceği 300 bin lira kirayı neyle çıkarır?
Böyle şeylere aklım ermez.
(Karar’ın ilk çıkışındaki yazımda demiştim ihaleden anlamadığımı.)
Tarafların ‘kültür’ veya ‘kültürel etkinlik’ lafıyla neyi, nasıl bir şeyi kast ettiklerini de doğrusu bilmiyorum.
Bu konularda, -ehil olan istisnai şahıslar hariç- hiçbir şirkete itimat etmiyorum, etmeye de mecbur değilim.
Benim yazmamla, çizmemle bir şey değişmeyecek nasıl olsa. Herkes burnunun doğrusuna gidiyor.
Gitsin.
Kimse yaptığından geri kalmasın.
Hiçbir fikrim yok mu ne yapılması gerektiği konusunda.
Var.
Gar olarak hizmet versin.
Çünkü Haydarpaşa gar olmaktan çıkarılınca eksildi İstanbul.
Tamamlamaya çalışsınlar.
Daha önce ‘geçici olarak kapatıldı’ diyorlardı, sonra ne oldu da caydılar?
Geriye boş alan kalıyorsa, temiz tutsunlar.
Kimseye peşkeş çekmesinler.
Müze de olur, kültürel etkinlik de olur.
Ne yapacaklarsa yapsınlar, temiz yapsınlar.
Buradaki ‘temiz’ kelimesinin salt ‘hijyen’ anlamına gelmediğini belirtmeme gerek var mı?