Covid 19 salgınının ne ölçüde yayıldığını nereden anlıyorduk?
Sağlık Bakanlığının her gün yayımladığı yeni vaka sayılarından.
Bu bir veri.
Türkiye’de devletin verileri konusunda tereddütler var.
Niye tereddüt?
Biraz gelenek gibi. Devlet açıkladı ama sen bakma, öyle değildir, bizim öyle bilmemizi istiyor.
Yerleşik bir gelenek.
Bu geleneği haklı çıkaran, adeta güncelleyen bir faktör de TÜİK’in ekonomi verilerini güzelleştirme konusundaki çabaları.
Bir parantez açayım.
TÜİK, Şubat ayında bir danışma kurulu oluşturdu. Kurulda ağırlıklı olarak üniversite hocaları ve sivil toplum temsilcileri vardı.
Kurulun ne iş yapacağını tam öğrenemedik, çünkü 15 gün sonra lağvedildi.
Bir görüşe göre, (Bu görüşü Gelecek Partisi sözcüsü Serkan Özcan dile getirdi) son açıklanan işsizlik rakamları yüksek çıktığı için bu kurullardaki üyelerin işine son verildi.
Salgını takip ettiğimiz ikinci ve daha çok güvendiğimiz gösterge de hastalığın çevremizdeki yaygınlığı.
İlk zamanlar uzaktan geliyordu Covid haberleri.
Filancı korona olmuş. Filancının kardeşi koronaya yakalanmış.
Sonra yakınımıza isabet etmeye başladı.
Nihayet, -kendim için söylersem- bizim evin içine kadar girdi.
Bir akşam, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı günlük rakamların içinde bizim hane halkından 5 kişi vardı.
İstatistik olduk yani.
Karantinamız bittikten sonra ‘iyileşen hasta sayısı’ rakamlarına da dahil olmuşuzdur.
Tuhaf şey, bir istatistikte rakam olarak bulunmak.
15 bin yeni vaka var. 15 binin içinde üç bin tane 5 var.
Biz hangi 5’iz? Başlarda mıyız, sonlarda mıyız?
Yoksa bizi 15 binin içinde muhtelif yerlere mi dağıttılar?
Amaan sen de! Başka derdin mi yok?
Doğru söylüyorsunuz. Gereksiz bir merak.
Oysa hastalık ciddi. Ne canlar, ne dostlar kaybettik.
Bu arada, evde Şebnem kızıma covid bulaştıramadık. Sonuna kadar negatif kaldı.
Eh, doğal olarak, evin içinde Şebnem’i karantinada tuttuk!
Zuhal kızıma ise 18 yaşından küçük diye test yapmadılar.
Bunun sebebini anlayamadım.
Kızımın, hastalığın kendisine bulaşıp bulaşmadığını bilme hakkı yok mu?
Hastalık bizim hanemize kadar geldiğine göre iyice yayılmış.
Ya da ben öyle hissediyorum.
Yeri gelmişken, devletin hastalara karşı muamelesinde de değineyim.
Bir günde 8+8 16 tanesini yuttuğumuz (Favicovir) haplarımızı birkaç saat içinde gönderdiler.
İlçe Sağlık’tan ve Başakşehir Belediyesi’nden arayıp nasılsınız diye sordular.
Geçen seçimde “Sana son kez rey veriyorum” diye uyardığım muhtarımız Fatih Yıldırım da aradı.
Fatih üç dört dönemdir muhtar. Uyardığımda güldü ve “Anlıyorum abi” dedi.
Biz evcek hastalığı hafif geçirdik. Aslında bir ihtimama ihtiyaç yoktu.
Ama iyi şeyler bunlar. İnsani şeyler. Tabii ki müteşekkiriz.
İnşallah, bakıma, tedaviye gerçekten ihtiyaç duyanlara da hak ettikleri ihtimam gösteriliyordur.
Aynı günlerde, İstanbul, turuncudan kırmızıya döndü.
Salgın haritaları hastalığın hızla yayıldığını teyit ediyor.
Okullar da açıldı bu arada.
Kısıtlamalar seyreltildi. Kahvehaneler, lokantalar açıldı.
Rakamlar artıyor mu? Artıyor.
Allahu alem yakında haritayı sadece magenta ile basabileceğiz.
(Magenta: Matbaacılıkta kullandığımız kırmızı.)
Devlet bunu görmüyor mu?
Devlet bundan korkmuyor mu?
Bazen şöyle bir düşünceye kapılıyorum.
Bizim devlet adamlarımız hastalıktan ziyade ekonomiden korkuyor.
Hastalık yoğun bakım ünitelerini kilitlemesin yeter.
Kısa Çalışma Ödeneği de kaldırıldı. Bu, bazı sektörlerde işe gitme mecburiyeti anlamına gelebilir.
Yani daha çok bulaşma riski.
Yanı sıra, işletmeler için işçi çıkarma mecburiyeti.
Yani daha çok işsizlik.
Devlet yetkilileri, daha çok insanın işsiz ve maaşsız kalmasından korkmuyor mu?
Ben olsam korkardım. Evvela insaniyet namına.
İnsaniyet o kadar önemli gelmiyorsa, daha çok hastalığın, daha çok işsizliğin ve daha çok maaşsızlığın istikbaldeki siyasi sonuçları sebebiyle.