Ben de istiyorum, o secdeden

Yusuf Ziya Cömert

Kadın şair olmaz’ mı diyorsunuz? Doğru, böyle bir kanaat var.

Sanki şiir erkek işidir, erkekler yazar.

Çoğu zaman da erkekler, kadına yazar, kadın için yazar.

Bu yargıların bir ‘kaide’ oluşturmadığını düşünüyorum.

Birisi çalışsa, şiirin mazisine baksa, bize de anlatsa, kadınlar niçin şiir yazmamış?

Ya da niçin şiir yazan kadınlar az, erkekler çok?

Bu yargıların kaide oluşturmadığını söyledim. Çünkü ‘istisna’ deseniz de kadın şairler var.

Ayrıca, istisnaların kaideyi bozmadığı çok söylense de gerçek değildir.
İstisnalar kaideyi bozar.

Hemen hatırıma Leyla Hanım geliyor, Lale Müldür geliyor, Gülten Akın, Nilgün Marmara geliyor.

Var yani.

Kitaplarıma ulaşamamak gibi bir sorunum var diyordum ya.

Geçen gün kızım Betül’ün evine gittik. Kitaplarımın bir kısmı Betüllerde.

Kızım, oturmuş, kitapların ve yazarların bir listesini yapmış.

Bana gösterdi.

İyi ki gösterdi. Hatırımda olup da ulaşamadığım birkaç şiir kitabı buldum listede.

Bunlardan birisi şair Fatma Şengil Süzer’in (Şaire mi demeliydim? Nedense, ‘şair’ demek bana yetiyor) ‘Söyle Sessizlik’ kitabı. (Okur Kitaplığı)

Dergilerde zaman zaman görürüm Süzer’in şiirini.

Evet, şiir.

Doğduğu, yaşadığı muhitin ‘varsayılan’ hudutlarını gözetiyor, şiirini bazen ipte yürür gibi yazdığını hissediyorsun.

Sorulmuş mudur kendisine? Bir kadın olmanın şiire ne kattığı, ne eksilttiği?

Belki sorulmuştur, hatta cevabı da verilmiştir.

O cevabı öğrenmek isterdim.

Elime ulaşan ilk kitabı ‘Söyle Sessizlik’ti.
“beni sürgün etme, ettiğinden beri/meleklerim mutsuz/omzumda bir ileri bir geri” (Kürek Mahkumu.)

Kitap bana ulaşalı 7 yıl olmuş. Okuduğumu iyi hatırlıyorum. Bazı mısraların altını çizdiğimi de.

“Kaçtım/cehennemden kaçar gibi senden/nereye/gitse bukağılarla/ayaklarım/ama nereye/kapansa can/zaten oradaydın”
“beladan geçer/yana yana/dönermiş su/ayrıldığı deryaya” (Firari)

Şurası da güzel:

“dudakların değdi diye başladım
geceye fırlattığın
o cam bardağın
ardı sıra gitmeye”
Şu mısralarda inkisarın bütün şekilleri var.
“saçakta titreyen buzdan bir mızrak
gibiydim
düştüm her seferinde
muhakkak
muhakkak parçalanarak”

Meryem’i anlayabilir misiniz?

Hepimiz, kendimizce anlarız, anlayabildiğimiz kadar.

Düşünüyorum, bir kadın, bir anne, Meryem’i anlamaya daha yakındır.

Anladı mı bilmiyorum, “seni anlamalıyım anlatacaklarım var” diye başlamış ve denemiş, Fatma Şengil Süzer.

“Deveyi çökertecek ağırlık/Bir harf bile değilken daha/Özledim. Vahiy hakkında/Gördüğümüz aynı kırmızı mı/Allah seçer bir serçeyi bir evi bir şehri. Meryem’i/İyi ki/Her sefer yeniden bulunur sofra/Sallanır sancıyla hurma ağacı/Ölseydim. Meryem hakkında.

“Sendedir bu kıyının karşısı/Raks ederken kar tanesi yanağın kızarması/Tamlık aritmetiği, kapaksız göz açısı/Seni anlamalıyım.

Bana, hala, anlayacak çok şey varmış gibi geldi.

Yine de, ‘Söyle Sessizlik’i aklımda tutan bu alıntıladığım mısralar değil.

“Allah’ım bana lütfen/yaşama neşesi ver/al bu simsiyah tülü/bir nur gecesi ver” diye başlayan “Seccade.”

“Serçelerin kanadı/gibi pır pır bir çocuk/giderse annesinden/sana kaçarlar yine/fefirruu illallah/mağfiret müjdesi ver”

“Allah’ım bana lütfen

Bir hayat secdesi ver”

İşte o secde. Kitabı aklımda tutan.

Bir hayat secdesi.

En büyük eksiklik, bir hayatı yaşayıp da o secdeye ulaşamamak.

Taş olsun, toprak olsun. Seccade şart değil.

Öyle bir secdem olsun, başka bir şeyim olmasın.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.