Rahmetli Osman Dayım, Polonezköy’de bir çiftlikte çalıştığı sıralar bir filmde figüran olarak rol almış.
Bilirsiniz, Polonezköy Yeşilçam’ın neredeyse bütün köy sahnelerini çektiği bir film platosuydu.
Demek sinemacılar oralarda boylu poslu dayımı görmüşler filmde oynatmışlar.
Dayım ve diğer figüranlar, filmin bir sahnesinde, filmin kahramanını sopalarla dövmüşler.
Fakat ellerinde sopa yok.
Sopa yerine kağıt rulolar vermişler figüranların eline. Bunlarla vuracaksınız demişler.
Sonradan tabii, dublajda abartılı darbe efektleri, feryatlar, figanlar.
Osman dayım bunu görünce sinemadan soğumuş.
‘Hepsi yalan’ diyordu.
Basit ve yalın bir gerekçe.
Sinema sanatının başka veçhelerinden haberdar olmayan dayımın sopa yerine kullanılan kağıt rulolar sebebiyle film seyretmeyi bırakması normal.
Benim siyasetten soğumam dayımın sinemadan soğumasına biraz benziyor.
Hiçbir şey gerçek değil. Gerçekler bile gerçek değil.
Siyasetçi bir şeye öfkeleniyor.
Öfkesini dile getiriyor. Bir sebep de söylüyor.
Öfkesi gerçekse bile, sebebi gerçek değil.
Çoğu kez kendi menfaati için öfkeleniyor, ama millet menfaati için öfkelendiğini söylüyor.
***
Siyasetçinin ‘dava’ dediği de çoğu zaman menfaat davası.
Bu yüzden, siyasetle ilişkimi ‘vatandaş ilgisi’ mesabesinde tutmaya çalışıyorum.
Seyrediyorum.
Alabilirsem, ibret alıyorum.
Haksızlıklara sövüyorum. İyi işler görürsem seviniyorum.
Belediye seçimleri yaklaştı.
Tuhaf... Bir vatandaş olarak, nedense biraz erken havaya girdim.
Sade ben değil, herkes havaya girdi.
Daha dört ay var seçime.
Adaylar, aday adayları, aday adayı adayları... Kalabalık bir nüfus oluşturuyor.
Açık ve örtülü ittifaklar seçimin cazibesini arttırıyor.
Baksanıza, Cumhur İttifakı’nın yerel seçim ayağı bozulmuştu.
Bozulunca, bilhassa AK Parti için İstanbul ve Ankara’da az veya çok bir risk oluştu. Bugün Erdoğan’la Bahçeli tamir için görüşecek.
Yani piyasa hareketli.
Herhalde bu hareketlilik bizi havaya soktu.
Çok anlamlar yüklenebilir bu seçime siyasetin, memleketin istikbali hakkında...
Yüklenen anlamların çoğunun aslı vardır.
Ama sonuçta belediye başkanı, belediye meclis azaları ve muhtar seçeceğiz.
Bir taraftan ‘makro’ meseleleri kollamamızda sakınca yok.
Öte yandan, bir başkandan ne beklediğimizi düşünmemizde de sakınca yok.
Sesli düşünelim.
***
Ne bekliyoruz başkandan?
Mesela, mümkün olduğu kadar tarafsız olsun. Yani, şehir halkı arasında bize oy vermiş, vermemiş diye ayrım yapmasın.
Şehri güzelleştirsin. Şehirde yapılacak herhangi bir inşa faaliyetinin şehri çirkinleştirmesine izin vermesin.
İmar değişikliklerini eşe, dosta, yandaşa veya kendisine menfaat sağlamak için yapmasın. Şehri güzelleştirmek için yapsın.
Bir müteahhide para kazandırmak için ikide bir kaldırım ihalesi vermesin. Hayal gücünü çalıştırsın, müteahhide, şehri güzelleştirecek, halkın hayatını güzelleştirecek işler ihale ederek para kazandırsın.
Ayrıca, doğru dürüst kaldırım yaptırsın, yaptırdığı kaldırımın taşları bir yağmurda lak luk diye oynamaya başlamasın.
İşleri, ortaklarına veya yandaşlarına değil, liyakati olana, ehil olana, milletin parasının hakkını verene versin.
‘Menfaatim var’ diye lüzumsuz işlere milletin parasını harcamasın.
‘Menfaatim yok’ diye lüzumlu işleri ihmal etmesin.
Şehrin kültür hayatında kaliteyi yükseltsin.
Vatandaşın, gençlerin, şehri güzelleştirecek işler yapmasına imkan sağlayacak vesileler, ortamlar oluştursun.
Memleketin toprağına ‘kupon arazi’ gözüyle bakmasın.
Şehrin yoksullarını gözetsin.
Yoksulun dinini, milletini, mezhebini, siyasetini sormasın.
Müşfik olsun.
Vatandaşa verdiği desteğin, kendi babasının malı olmadığını, milletin emaneti olduğunu unutmasın.
Cebinden veriyormuş gibi kasılmasın.
Hangi kılıf içinde olursa olsun, rüşvete geçit vermesin. Kendisini de, personelini de rüşvetçiliğe alıştırmasın.
Hemen şimdi, bir çırpıda aklıma gelenler bunlar.
Çok mu şey istiyorum başkanlardan?
Olsun, isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü...