Bir çaresizlik ağıtıdır Filistin, Türkler için, Araplar için, Farslar için, Hindistanlılar için, Güneydoğu Asyalılar için, Afrikalılar için.
Böyle herkesi ayrı ayrı sayıyorum ve sayamadıklarımı da lisan-ı hal ile dahil ediyorum ki kimse “Araplar iki buçuk milyon İsrail’le baş edemedi” diye kadrolu hariçten gazel okuyuculuğu yapmasın.
Yaparlar yine de. İnsan halidir.
Bizim çocuk terbiye metotlarımızda çocukları “Ben yapmadım”a, “Ben değildim”e icbar eden unsurlar var.
Doğrudan değilse de dolaylı olarak var.
Aynı metot muhtemelen Araplarda da etkili.
Görüyorsunuz, bizim ‘Arap-İsrail’ sorunu diyerek sınırlandırmaktan hoşlandığımız mesele bazı Araplar kendilerini sıyırınca Filistin-İsrail sorununa dönüşmeye başladı.
Buna da ‘Ben değilim’ diyenler var biliyorum. Eyvallah! Ben de değilim.
Fakat bizim ‘ulusal’ tutumumuz karşıdan bakınca hep böyle görünmüyor mu?
Çaresizlik ağıtı ne?
Bir tarafı, her gün gözümüzün önünde katledilen Filistinli çocuklar. Yıkılan Filistin evleri. Gasp edilen Filistin vatanı.
Öteki tarafı fasit daire.
Arap entelektüellerin kendi aralarında akşama kadar konuşup konuşup, tartışıp tartışıp, bir arpa boyu ilerleyemeyip yorgun düşmeleri ve ertesi gün kaldıkları yerden yeniden başlamaları.
Buna defalarca tanık oldum.
Biz konuyu kendi üzerimizden tartışmadığımız için aynısını yapmıyoruz.
‘Başkaları cehennemdir’den devam ediyoruz.
Tartışanların itiraf edemedikleri, ya da nadiren itiraf ettikleri bir şey var.
Bizim rejimlerimiz, bizim teşkilatlarımız, bizim liderlerimiz Filistin meselesini bir politik araç olarak kullanmayı seviyor.
Zaman zaman elini taşın altına koyanlar oldu, onlar da boylarının ölçüsünü aldı.
Artık kimse boyunu ölçtürmek istemiyor.
Bir retorik olarak, bir söylem olarak temas ediyorlar, bırakıyorlar.
Zamanla bu kadarından da bıktılar.
Trump’ın da teşvikiyle, “Kasma, bırak kendini, rahat ol” moduna geçtiler.
Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri öyle yaptı, diğerleri de yavaş yavaş arkalarından giderler.
Ne diyebilirsin ki Suud’a, İmarat’a? Biz kurulduğundan beri tanıyoruz.
Ayrıca, tanımamak çözüm mü?
Değil.
Ne yapsınlar? Askerlerini toplayıp hücum mu etsinler?
“Kimse bir şey yapmıyor” sözünün evvelemirde bu seçeneği tazammun ettiği düşünülebilir.
Hayır. O değil.
‘O değil’ lafını gevşek bulanlar vardır.
Olsun gevşek.
Peki ne?
Siyasi güçlerini kullanmayı düşünebilirler.
Ekonomik güçlerini kullanmayı düşünebilirler.
Bunun yolunu, yöntemini ararlar.
Bunu iç politik konjonktürlerine bağlı olmaksızın yaparlar.
Sünni, Şii, Arap, Fars, Türk olmalarına bakmaksızın bi’l ittifak yaparlar.
Kalıcı bir politika olarak ısrarla sürdürürler ve ‘dünya düzeni’nin bugünkü patronlarını çözüm bulmaya zorlarlar.
Yaparlar mı bunu?
Hiç öyle bir niyetleri varmış gibi gözükmüyor.
Birbirleriyle didişmek varken, bizi birbirimizle didiştirmek varken nasıl yapsınlar?
Filistin’de böyleyiz.
Mamafih hiç yoktan iyiyiz.
Çare olamasak da zulme öfkelendiğimizi belli ediyoruz.
Salgın malgın dinlemeyip hiç olmazsa sokağa çıkıp İsrail’in cinayetlerini tel’in ediyoruz.
Doğu Türkistan’da bu kadar bile değiliz.
Çin’in acımasız asimilasyon politikalarını eleştirmek şöyle dursun nazikçe anmaktan bile çekiniyoruz.
Eleştirenleri de casuslukla suçluyoruz.
Bunu da çok üst perdeden, çok milli, sözümona çok yerli bir lisanla ve şecaat arz eder gibi yapıyoruz.
Halbuki yapılabilir.
Bunun Çin’in toprak bütünlüğüyle ilgisi yok, oradaki insanların insan gibi yaşamalarını istiyoruz demenin bir yolu bulunabilir.
Bugün bayram. Mübarek gün.
Büyüklerimizle, küçüklerimizle tebrikleşiyoruz.
Ama coşmuyor yazılarımız, coşamıyor.
Bayramı, hüznümüzün içinde eritiyoruz.