Muhafazakâr, mütedeyyin, mukaddesatçı birazcık da milliyetçi muhitlerin Batı hakkında, bilhassa Avrupa hakkında klişeleşmiş bazı ‘tespit’leri vardır.
Birden Mehmet Akif geldi aklıma bunu deyince. Çünkü Akif’e isnat edilen bir söz, bizim Batı hakkındaki klasik ‘aforizma’larımızdan biridir.
O söze geçmeden önce, Akif’in Berlin’i İstanbul’la kıyaslayarak tasvir edişini hatırlayalım.
Akif, nazma canlı bir tasvir gibi aktarıyor otellerimizi, trenlerimizi, sokaklarımızı...
Kirden kadifeye dönüşmüş patiska yastıklar... Bit artıklarından benek benek olmuş çarşaflar...
Bilet alması bir dert, binip seyahat etmesi başka bir dert şimendiferler...
Sokaklarımızın düzeni şiire benziyor ama, nasıl şiir!
“Zamane şi’rine benzer zemin-i tertibi/Zalam içinde mebadisi müntehası gibi.” (Başı da sonu da karanlık içinde.)
Ve okurken bile çamura bulandığınızı hissedeceğiniz çamur tasvirleri...
Sonra Berlin’i anlatıyor Akif.
“Otel meğer o değilmiş, şimendüfer de keza
Sokak mı benzeyen az çok? Aman canım hâşâ!”
“Ne kehle var o mübarek döşekte hiç ne pire
Kaşınma hissi muattal bu itibara göre!”
Gelelim, Akif’in sözüne. Bunu bir kitapta okumadım ama, hocalardan çok işittim. Şöyle diyor Akif Avrupa hakkında:
“Bizim işlerimiz onların dini gibi, onların dini bizim işlerimiz gibi.”
Kullanışlı, veciz bir cümle fakat içinde çelişkiler var.
Madem dinimiz o kadar düzgün, biz neden düzgün değiliz?
Yoksa biz, dinimizi sadece bir levha gibi mi taşıyoruz?
Dinin vaz’ettiği ilkeleri, bilhassa ahlakı, ‘Kitab’ın içinde görmekten memnun olmakla beraber, hayata intikallerine izin vermiyor muyuz?
Eğer ahlakın hayata intikaline izin vermiyorsak, dinimizin düzgün olduğunu nasıl söyleyebiliriz?
Kitaptaki din, güzel. Mehmet Akif’in dediği gibi. Fakat, hayatımızdaki din neden kitaptaki gibi değil?
Neden her türlü cinlik, her türlü fesat, üçkağıtçılık, bizim hayatımızda revaç buluyor?
Neden, kurnazlığın en adisine ‘şark kurnazlığı’ diyoruz?
Veya neden, Fetö gibi bir adilik bizim dünyamızdan sudur etti?
Bunları kendimize sormamız lazım.
***
Batıya bakışımızı şekillendiren ‘aforizma’larımızdan biri de şu:
“Batı’nın ilmini, fennini, teknolojisini alalım, ahlakını almayalım.”
Biliyorum. Demode oldu, kimse bunu söylemiyor artık.
Ancak söyleninceye kadar yürürlüğünün devam ettiğini farz edebiliriz!
Farz etmek mi?
Düşünmeden söylemişim.
Biraz eksiğiyle tatbik bile ediliyor.
Akif’in anlattığı oteller geçmişte kaldı. Trenlerimiz, sokaklarımız, 1915’teki gibi perişan değil. Hepsi âlâ.
Batının teknolojisini ise alıyoruz.
Hele dijital teknolojiyi, sünger gibi emiyoruz.
Akıllı telefonlarla yekvücut olduk.
Twitter’da, Instagram’da, Facebook’ta onlardan daha fazla vakit harcıyoruz.
Yani, üretmiyoruz ama, parasıyla alıp istimal ediyoruz.
Şu halde, büyüklerimizin öğüdünü, biraz eksiğiyle de olsa tutmuş sayılırız!
Fakat, bazen, bu öğütte de bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Batı’da, hiç olmazsa kendi aralarında tatbik ettikleri bir ahlaki düzen var.
Adamlar, bizi işletseler bile, kendi aralarında bir ahlaki seviyeyi muhafaza ediyorlar.
Daha önce bir yazımda bahsettiğim ‘Ekonomide İslamilik Endeksi’ni bilmem hatırlar mısınız?
2010’da hazırlanmış. Özgürlük, adalet, fırsat eşitliği, ahlâkilik, rüşvet gibi kriterlerle bir sıralama yapmışlar.
Buna göre, İrlanda birinci, Danimarka ikinci, Lüksemburg üçüncü olmuş.
Müslüman ülkelerin en ‘İslami’si Malezya 33. Sırada. Suudi Arabistan 91., İran 139. Biz 73. sıradayız.
Demek ki İrlanda, Danimarka, Lüksemburg bizden daha ahlâklı.
Acaba büyüklerimiz, ‘Batı’nın ahlakını almayın’ demekle hata mı etti?
Yoksa, biz onların teknolojisini alırken, onlar bizim ahlâkımızı mı aldı?
Nereye gitti ahlâkımız?
Bu yazdıklarımdan ‘batı hayranlığı’ çıkaran ‘şark kurnazları’ olacaktır elbette.
İşlerine baksınlar.
Ben özeleştirimi yaparım.