80’lerden beri uğraşıyoruz bu belayla.
80 öncesinde de başka bir şekli vardı. Terör lafı yaygınlaşmamıştı henüz. “Anarşi” derlerdi, “Anarşist” derlerdi.
Gencecik çocuklar, bazısı sağcı, bazısı solcu, çoğu pırıl pırıl, enerjik, sokaklarda birbirlerini öldürürlerdi.
Günde bir, iki, üç, beş, bazen altı-yedi acı haber alırdık.
Oğullar ve kızlar. Daha çok da oğullar.
12 Eylül darbesinin memlekete birçok zararı olduysa da bu kaosu bitirmek bakımından faydası oldu.
O kavgaların anlamlı kavgalar olmadığı 12 Eylül sabahı hemen herkes tarafından anlaşıldı.
Yine de şöyle bir soru kaldı geride.
Bu kavga durdurulabiliyordu madem, darbe yapmadan niye durdurmadınız?
Süleyman Demirel ara sıra sorardı bu soruyu.
80 öncesi terör, ayrılıkçı sayılmazdı. Herkes birbiriyle kavga ediyor, vurup kırıyordu. Fakat herkes ülkenin tamamını istiyordu.
Kimisi milli devlet kuracak, kimisi proleter diktatörlük… Ama ülkemizin tamamında.
12 Eylül günü cunta kurulunca öteki projeler akim kaldı.
80’den sonra PKK’nın ayrılıkçı ya da bölücü terörü başladı.
Hemen sonra değil, birkaç yıl sonra.
Tabii ki oluşum aşamaları 60’lara, 70’lere hatta daha gerilere götürülebilir.
PKK terörünün ilk silahlı ve kanlı terör eylemleri 1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınları.
Birkaç gün sonra 2024 yılına giriyoruz. Demek hemen hemen 40 yıl olmuş.
40 yıldır on binlerce insan can verdi. Karakol baskınları, şehir baskınları, köy baskınları, her biri masum onlarca, kimi zaman yüzlerce insanı katleden bombalı pis, vahşi saldırılar.
40 yıldır memleketin kuvvetinin, enerjisinin büyük bir kısmı bu bela ile mücadele için sarf ediliyor.
Bu memleketteki herkes için büyük bir kayıp.
Değişik yöntemler kullandı devlet bu belayla baş etmek için.
Bazısı doğru, bazısı yanlış yöntemler.
Kimi yanlış yöntemlerin, yanlış bakış açılarının terörü daha çok azdırdığı bile söylenebilir.
Bir terörü dengelemek için başka bir terör unsuruyla iş birliği yapmak mesela…
Ya da 90’larda zaman zaman kullanılan ve hiç kimse tarafından hayırla yad edilmeyen yöntemler.
İyi yönetilemeyen, bazı taraflarından anlaşılmaz açıklar veren çözüm süreçleri.
Ne gibi açıklar?
Devlet, kendisi bir vizyon ortaya koydu.
Fakat karşı tarafın yani terör örgütünün yükümlülüklerini gereği gibi takip etmedi. Süreci gevşek bıraktı.
Zamanla, devletin terörle mücadele vasıtaları eskisinden daha etkin hale geldi.
İHA’ların, SİHA’ların geliştirilmesi bu açıdan çok önemliydi.
İstihbarat alanındaki ilerlemeler de büyük bir katkı sağladı.
Şunu da mutlaka eklememiz lazım.
Terörle mücadelede acemi eğitimini yeni tamamlamış Mehmetçik’ten ziyade yetişmiş, askerliği meslek olarak seçmiş daha yetkin uzmanlar istihdam edilmesi de mücadelenin daha etkin olmasında büyük rolü olmuştur.
Böylece, terörün ülke içindeki aktivitesi düşüşe geçti.
Bu, 90’lara, 2000’lere göre güvenlik vasıtalarının daha verimli hale geldiği bir dönemdir.
Fakat terör, dışarıdan kendisine birtakım dayanaklar buldu.
Daha doğrusu dışarıdaki dayanaklar, bilhassa ABD, Daeş’le mücadele gerekçesiyle gelip terörle ittifak yaptı.
Siyaset, bu ittifakın sakıncasına ABD’yi ikna edemedi.
Belki de mümkün değildi ABD’yi ikna etmek.
Sonuçta, devlet aklı, siyasi akıl 40 yıldır bu can yakıcı meseleyi, bu büyük belayı halledememiş oldu.
Bu üzücü bir durum.
Baktınız mı cuma ve cumartesi günü Kuzey Irak’ta şehit olan çocuklarımızın resimlerine?
12 genç adam.
Temiz yüzlü, pırıl pırıl, güçlü kuvvetli.
Kaybettik onları.
Kaybetmemeliydik.
Onların yüzlerine baksınlar ve onların hatırı için, onların annelerinin, babalarının, kardeşlerinin, çocuklarının hatırı için memleketimizi bu beladan kurtarmanın yollarını daha iyi düşünsünler.