Karadeniz deyince ortalama vatandaşın yüzünde bir tebessüm belirir.
Neden acaba? Karadenizliler çok mu komik?
Dünyada tedavülde olan bütün fıkralar Türkiye’de Karadeniz’e uyarlanarak anlatılıyor.
Ben de böyle yapıyorum. Trabzon-Rize şivesiyle anlattığınızda hikayenin içindeki espri daha iyi anlaşılıyor.
İyi de, fıkraların komik olması için fıkranın içinde bir gariplik olması gerekiyor.
Gariplik bazen salaklık şeklinde tezahür edebiliyor.
Bu salaklığı en çok Karadenizlilere mi yakıştırıyoruz?
Fıkrayı anlattığımda dinleyicilerden birinin yüzünde ‘Lazlar ne ahmak adamlarmış’ anlamına gelen bir ifade görürsem, benim yüzümde de ‘aranan salak bulunmuştur’ anlamına gelen bir ifade belirir.
Bazen, bizim memleketin türkülerinin de buna benzer bir muameleye tabi tutulduğunu düşünüyorum.
Gıy gıy gıy da gıy gıy gıy.
Kemençenin bir enstrüman olduğunu düşünmek bile başlı başına komiklik.
Bunlar aynı insanlar.
Kimler?
Fıkrayı ‘Lazlar ne ahmak adamlarmış’ kafasıyla dinleyen veya Karadeniz’den bahsedince yüzünde müstağni bir tebessüm beliren elemanlarla Karadeniz’in türküsünü, kemençesini komik bulan elemanlar.
Yaylaya doğru yürüyorsunuz. Vadi aşağıda küçülüyor. Yine de aşağıdaki ırmağın uğultusu size kadar ulaşıyor.
Dağlar, tepeden tırnağa yeşil.
Bulutlar kah aşağıda, kah yukarıda.
Dağların ansızın yükselişi. İnişler, çıkışlar, inişler, çıkışlar...
Yükseklerden gelen serin rüzgarı gövdenizde hissediyorsunuz.
Orada, o anda, kemençeden aşağısı kurtarmaz.
“Bağla beni saçına rüzgara çözülürüm
Peşimsıra ağlama duyarsam üzülürüm”
Bunu Yüksel Yılmaz adında bir türkücüden işittim.
Araştırdım sonra, genç yaşta vefat etmiş.
Sesi ne kadar uyuyor bizim dağların rüzgarına...
“Kızılağaç fidesi/Çimenlerde bitesi
Haydi gideli desem/Var benile gidesi”
Belki de sevdalıktan ölmüştür bu adam. Sesinde, içindeki yaradan izler var.
Şunu kimden dinlediğimi hatırlamıyorum. Ama, bu sabah, bu yazıyı yazmaya niyetlendiğim sıralarda dilime takıldı, gitmiyor.
“Geldi bir kara duman/Sardı dört yanımızı
Bu gaybana sevdalık/Alacak canımızı”
Şunu da severim, biraz hercai ama kim söylediyse, duygularını çok yalın ifade etmiş.
“Yayla yolcuğazları/Olsam sucuğazları
İçirsem de kandırsam/Geçen kızcuğazları”
“Uy Asiye Asiye” türküsünü bilirsiniz.
Bu türküdeki “Anan seni verecek/Bir bağ pırasiye” dizelerinin sosyolojik karşılığı var. Belki de türküye ‘piyasa’ yaptıran bu dizelerdir.
Bence, “Adam cebinde taşır/Senin gibi gelini” sözünün de romantik karşılığı var.
(Rahmetli Erkan Ocaklı’nın “Almanya acı vatan” türküsü de içindeki toplumsal gerçeklik sebebiyle karşılık bulmuştu.)
Yine yalın ve duru. Ama sağlam.
“Gel otur yanlarıma/Dizim dizine vursun
Öyle bir sarılalım/Akan dereler dursun.”
Buraya kadar daha çok bizim dereden, Ağasar ve civarından örnekler verdim. En iyi bildiğim yerler oralar çünkü.
Biraz ilerleyelim.
Maçkalı Hasan’ın şu türküsü Karadeniz’in hatırı sayılır türkülerindendir.
“Ben seni sevduğumi/Dünyalara bildirdum
Endurdun kaşlarıni/Babani mi eldurdum?”
Maçkalı Hasan’ın yine sosyolojik karşılığı olan ama neredeyse unutulup gidecek bir türküsü var.
Bir dostum anlattı, Amerika’nın Sesi radyosu vaktiyle Türkiye’den 300 türküyü kaydedip arşivlemiş. Bu türkü onlardan biriymiş. Kim bilir hangi kıtlık zamanlarında söylenmiş.
“Enişte gel içeri/Ev daracuk oda yok
Bir muhlama ederdum/Tava deluk yağ da yok”
Şu türküye ‘söz yazarı’ diye bir isim eklenmiş ama, bildiğim kadarıyla anonim.
“Sular akar doldurur/Taşlarun koltuğuni
Bir yemincuk yapsana/Sen benum olduğuni
Daha böyle çok var. Bence fikir vermek bakımından bu kadarı yeterli.
Ben bu türkülerin çoğunda, biraz iptidai olmakla birlikte, Japonların Haikularını andıran bir şiir görüyorum.
Herkes görmek zorunda mı?
Hayır.
Ankara İlahiyat’ta bir arkadaş vaktiyle atasözlerini deforme ediyormuş.
Onun deforme ettiği sözlere de ‘ata sözleri’ yerine ‘Apo sözleri’ diyorlarmış.
Bir tanesi şöyle:
“Bakarsan bağ olur, bakmazsan göremezsin.”