Bu yaylayı seviyorum. Obanın az aşağısında birkaç yüz dönümlük bir otlak var. Otlağın etrafı köknarla kayın karışımı uçsuz bucaksız bir orman.
Abant’a üç dört kilometre mesafede. Düzce’nin şelalesiyle tanınan Samandere köyündeki akrabalarımızın yaylası. Adı nereden gelmiş bilmem, “Sinekli” diyorlar.
Buradaki akrabalarımız Trabzon’dan 1940’larda göçmüşler. Buraları yurt edinmişler.
Yanlarına varınca kendi hanelerinin insanı gibi candan davranıyorlar.
Annemle, babamla, kardeşlerimle çok gelmişliğimiz var.
Buranın maktalarında tomruk kamyonlarına muavinlik yaptığım, bahçelerinde fındık topladığım, ormanlarında davar güttüğüm vakidir.
Her biri üçer beşer günlük tecrübeler. Buralara geldiğimde bana anlatıyorlar neler ettiğimi.
Geçen sene bu vakitlerde babamla gelmiştik hem birkaç eş dost görür hem de biraz hava alırız diye.
Yayla sularından içtik, babama yayla yoğurdu buldum, yedirdim. Yayla çimenine kilim serdim, babamı uyuttum.
Babam uyurken kendim uyumuş gibi dinlendim.
Bunu oğullar bilir.
Hele babasını yitirmiş oğullar…
Bu sene yok babam.
Böyle şeyler bayramlarda daha çok dokunuyor.
Annen yoksa, baban yoksa, evinizin imamesi yoksa bayram ne kadar bayram olur ki?
Allahu Teala alemi öyle bir devr-i daim ediyor ki, her şeyin sırası geliyor.
Kendin ana-babasın, evlad ü ıyalin var.
Torun torba haşır neşir olursun avunursun.
Bayrama bir ay kala Kemençeci İbrahim Amcamın torunu, Abidin Abi’nin oğlu Ercan’ı aradım.
Ercan Sinekli’de hayvan bakıyor.
Bir sorayım dedim, belki mümkün olur hem kurbanı eda ederiz hem hatıraları yad ederiz.
“Olur Abi” dedi. Ercan bize hiç iş bırakmıyormuş, kesip paketleyip veriyormuş. Biz de öyle bir şey arıyoruz zaten.
‘Sıla-i Rahim’ güzel kelime. Benim dünyamda dostları da kapsıyor. Kurban Bayramlarında küçük seyahatler icat etmemin Sıla-i Rahim’i sevmekle ilgisi var.
Nerede kalacağız? Hasan Abi’nin Sinekli’deki evi boşmuş, orada.
Yola çıktık. Önce annemle babama uğradık, hani şu Follu’nun Kahvesi’yle meşhur Potlar Köyü’ne. (Kahve ahalisinin pahalılıktan çok mustarip ve endişeli olduğunu söyleyip geçeyim.)
Annemle babam o köyde medfun.
Onları ziyaret etmemin onlara bir faydası olup olmadığını bilmiyorum. (Bildiğini söyleyenler de bilmiyorlar.) Fakat bana faydası oluyor. Onlarla konuştuğumu hissediyorum.
Geveze değilim. Kabirlerinin başında uzun laflar etmeyi beceremem.
Sessiz sessiz konuşuyorum. Kur’an-ı Kerim okuyorum.
Kur’an okumanın ölmüşlere faydası var mı diye sormaya hazır birçok kimse vardır.
Belki olur faydası. Allah Ekrame’l ekramin’dir belki bir vesile yaratır. Okunan Kur’an-ı Kerim’den annemizi, babamızı, kabristandaki mevtaları nasipdar eder.
Ayrıca dua ediyoruz, mağfiret diliyoruz, duanın faydası umulur.
Merak etmeyin, kabirlere perestiş etmiyoruz.
Kabirlerle çok meşgul olanlara da laf sokmuyoruz, belki onların yaptığında da hakikat payı vardır.
Sonra Düzce’ye uğradık. Hasan Abi’den obadaki evinin anahtarını alıp Sinekli’ye çıktık.
Yaylada cami yok. Bayram namazını Abant’ta kılacağız.
Sabah indik Abant’a.
Cami faal. Hoparlörden merkezi vaazın sesi geliyor. Fakat camiin içinde imam, müezzin yok.
Yakında bir köy camii varmış. Orada kıldık.
Yaylada yağ, yoğurt, yumurta aradım. Bir hanede yoğurt buldum. Birazcık da tereyağı.
Yaylalarda sığır, koyun çok az. Evleri yapmışlar ama hayvan otlatmaya değil sayfiyeye geliyorlar.
Halbuki yıllar önce Çoban Hasan’la davara gittiğimizde beş yüzden fazla koyun keçi vardı.
Köylülerimizin tembelleştiğinin bir göstergesi daha.
Sonra çocuklarım, torunlarım, ahbaplarım geldi, haşır neşir olduk. Şükürler olsun.
Geçen yıl gölgelerine kilim serip babamı uyuttuğum ağaçların tarafına gidemedim.
Sanki bir his… Giderim, babam orada olmaz, üzülürüm.
Uzaktan, baktım, baktım.
Böyle bir haldeysen cıvıl cıvıl bir bayram yazısı yazabilir misin?
Ben yazamadım.