"Türkiye’deki İslamcılar için şu saptamaların yapılması şimdiki zaman bakımından faydalı olabilir: ‘Fazla iyi niyetli’, ‘toplumsal yaşam konusunda deneyimsiz’, ‘itibar, iltifat ve maddi zevkler bakımından aç’”.
Bu cümleler Doç. Dr. Muhammet Özdemir’e ait.
Belki de bu zaaflarımız yüzünden bu kadar savrulmuş, bu kadar sukut-i hayale uğramışızdır.
Mehmet Yaşar Soyalan da, dosyada imzası bulunan çoğu yazar gibi ‘fikir fukaralığı’ üzerinde durmuş.
“En az 30 yıllık bir süreç içerisinde Müslüman coğrafyada Müslüman bireylerin oluşturduğu siyasi ve sosyal hareketlerin iktidarını mümkün görmüyorum” diyor.
“Obezleşen siyasi ve sosyal hareketler artık kendini yönetemez ve hareket edemez hale geldi. Her devinimi kendisine ve çevresine zarar verdiği gibi dış vesayeti daha da güçlendiriyor. Tabir yerindeyse bir balon gibi patladı patlayacak. Türkiye dahil Müslüman coğrafyanın her bir yanında benzer bir durum sözkonusu ve tüm hareketler duvara toslamış durumda.”
Soyalan’ın öngörüsüne göre genç kuşaklar İslam’dan koptular. En az iki kuşak boyunca İslami hareketlere meyletmeyecekler. Eğer Müslüman entelektüeller ve ilim adamları yeni bir bakış açısı ortaya koyamazlarsa bu 30 yıl daha da uzayabilir.
Atasoy Müftüoğlu’nun yazısını okuduğunuzda da ‘entelektüel fukaralık’ın Müftüoğlu’na has bir dille ifade edildiğini görüyorsunuz.
“Sınırları olmayan İslami kimliğin ve bilincin ufkunu daha çok ulusal-popülist ideolojiler, kimlikler, milliyetçilikler ve mezhepçilikler kapatıyor.”
“Günümüzde toplumlarımız, büyük sayıların iktidarlarının devamını sağlayabilmek için, büyük bayağılıklara, yozlaşmalara, kirliliklere katlanabiliyor. Partizan trol sürülerinin sansasyonel-çarpıtılmış-tek yanlı politik atraksiyonları, düşünsel-kültürel-entelektüel çabalardan çok daha fazla ilgi görebiliyor.”
Neye ihtiyacımız var?
“Uluslarüstü bir ufka hitap eden bir siyasal dile, uluslarüstü kamuları oluşturabilecek zengin bir kent kültürüne, kentsel inceliklere-ilişkilere-yoğunluklara çok ihtiyacımız olduğu açıktır. Yeni bir İslami tasavvur, bölünme ve parçalanma dinamiklerini sorgulayarak, taşralı önyargıları sorgulayarak başlatılabilir.”
Maksadım, Yetkin Düşünce’deki ‘İslamcılık’ dosyasının kapsamlı bir özetini çıkarmak değil. İlgi duyan, hepsini dergiden okusun.
Dediğim gibi, bütün makaleleri -Yasin Aktay’ın röportajı dahil- okudum ve hepsi ya zihnimdeki bir gerçekliğe tekabül ederek veya bana yeni bir pencere açarak yararlı oldu.
Hepsinden çarpıcı hatta sarsıcı bulduğum makale Esat Arslan’a ait.
Evvela şunu not edeyim: Arslan, Peygamberimiz’den, sahabe-i kiramdan bahsederken benim alışık olmadığım bir dil kullanıyor.
Bunu yadırgadığımı belirtmeden geçemem.
Ancak bu dili yadırgamam yazısını okumama mani olmadı.
İlhami Güler’in ‘Ümmet’ kavramını genişletmesine benzer bir şekilde ‘Müslüman’ kavramını genişletiyor Arslan.
“Kur’an’da Müslüman hangi dine mensup olursa olsun bu dini samimi ve temiz bir şekilde yaşayan insana verilen isimdir.”
Oldukça yeni bir yaklaşım.
Müslümanlara herkesle, her dinle ve inançla savaşmalarını öğütleyen politik çizginin tam zıddı.
Osmanlılar’ın, 7. asır İslam’ını 13. asır için güncellediklerini söylüyor Arslan. Aynı şekilde, bu hikmet geleneğinin 21. asır için de güncellenmesi gerektiğini düşünüyor.
“İktidardaki İslamcılar Toynbee’nin Tarih Bilinci’nde dile getirdiği gibi geçmiş başarılarının kibriyle siyasete yaklaştılar. Osmanlı Barışı ve ihtişamı altında ezildiler ve 21. Asrın gereği olan düşünsel dönüşüme girmeye direndiler.”
Nasıl bir şey olabilir o düşünsel dönüşüm?
“Finansal sınıfın çıkarları uğruna çiftçileri ve sıradan halkları ezen ve sömüren bir sistemle kavga etmeyen, gerek düşünceleri ve sözleriyle ve gerekse gündelik yaşam biçimiyle bu kavgayı hayata ve yeryüzünün gündemine taşımayan bir Müslüman, Müslüman değildir.”
Ne öneriyor?
“Küresel kapitalizme karşı küçük cihadla ve nefsimizin ve cemaatimizin kusurlarına karşı büyük cihadla mükellefiz.”
“Yeniden dirilmeye ve insanlığa yeni bir hayat felsefesi hediye etmeye ihtiyacımız var.”
“Önünüzdeki elli yılı büyüleyecek ve bugün son on yedi yıllık yanlışlarınız yüzünden utançla baktığınız çocuklarınızın çocuklarına, torunlarınıza keyifle anlatabileceğiniz bir maceraya hazır mısınız?”
Arslan, böyle bir çağrıya kulak vermeye müsait olduğumuzu düşünmüyor.
Demek ki, kendimize tuttuğumuz aynadaki görüntümüz pek iyi değil.
Son olarak ‘dışarıdan’ tutulan bir aynaya, Ömer Laçiner’le yapılan söyleşiye değinip bitireceğim.