Bazı şeyler çok tuhaf. Başka günlerde de oluyor ama bu köşeyi şiire tahsis etmeye çalıştığım Pazar günlerinde daha çok oluyor.
“Nazım Hikmet’i yazıyorsun, birine şirin görünmek mi istiyorsun?”
“Filanı niye yazmıyorsun, sana kitap göndermediği için mi?”
“Necip Fazıl’dan karizma devşirmeye mi çalışıyorsun?”
“Bedri Rahmi ne münasebet? Sen solcu musun?”
“Ya da tam tersi, -daha önce yazmış olabileceğimi düşünmeye gerek duymadan- Nazım Hikmet’i niye yazmıyorsun? Niye görmüyorsun?”
Falan, filan...
Şiirle bir alışverişleri muhtemelen yok bu suallerin sahiplerinin.
Böyle kafalardan güzel bir şey zuhur etmez.
Zira o kafalara göre başkalarını anlamak salakça bir şeydir.
Bir başkasının seninle aynı hisleri yaşayabileceğine ihtimal vermek caiz değildir.
Allah ‘Alemlerin Rabbi’ de olsa sadece bize aittir ve biz iyi veya kötü, ne yaparsak yapalım bizimledir. (Bu kafanın ‘tanrısız’ ideolojiler dahil her piyasada müteradifi mevcuttur.)
‘Öteki’ne karşı hakkaniyetli olmamız gerekmez.
Kendimize de daima ve daima torpil geçmemiz -dinliysek de dinsizsek de- imanımızın gereğidir.
Mesela ben bugün Ataol Behramoğlu’nu okuyorum.
Niye okuyorum ki? Zararlı değil mi? Kafamı karıştırmaz mı?
Maazallah bizi bozmaz mı?
Ben bu köşede şiire bir pencere açtım.
Hangi şiir hayatıma girdiyse... Evet, şiir insanın hayatına girer... Fırsat düştükçe o şiirle, o şiirin şairiyle alışverişime dair gönlümden geçenleri yerim müsait olduğu ölçüde yazıyorum.
Ataol Behramoğlu’nun ‘Bir Gün Mutlaka’sı o şiirlerden biri.
Hangimiz demedik ki ‘Bir gün mutlaka?’
“Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü, temiz bir gömlek giyiyorum/Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-ı yağma/Ama yorgunum şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü/Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları”
Neden Vietnamca?
Çünkü şiir 1965’te yazılmış. Çünkü ABD komünist Vietnam’a 1963’te saldırmış.
“Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor Vietnam’da/Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya/Uyanıyorum ağlayarak bir gün mutlaka yeneceğiz!/Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ey ihracatçılar, ey şeyhülislam”
Şeyhülislam nereden geldi buraya? Belki solculuktan, belki benim bilmediğim başka bir hikayesi var.
Bir molla o günlerde Amerika’nın tarafını tutmanın sevap olduğunu söylediyse anlaşılabilir.
Öte yandan, bu şiirlerle Afganistan için yazılan şiirler arasında bir akrabalık görüyorum. Bir duygu akrabalığı.
Afganistan şiirleri, yazıldığı günlerde harikaydı. Fakat Afganistan’ın bugünkü hali şiirleri mahcup etti.
Ataol Behramoğlu’nun Bir Gün Mutlaka’sının da hayatın akışı içinde boşluğa düştüğü yerler vardır.
Ama güzel bir şiir değil mi?
‘Yıkılma Sakın’ da öyle.
“Yıkılma sakın geçerken günler/Yaralayarak gençliğini/Onurlu, güzel geleceklerin/Biziz habercileri düşün ki/Ve halkın bağrında bir inci gibi/Büyüyüp gelişmektedir zafer”
Biz, hepimiz, fikir tayfının hangi tarafında olursak olalım, bu şiirleri kendi üslubumuzda yaşamadık mı?
‘Ne yağmur... Ne şiirler...’ Sakıncalı kitap. Şiir 70’lerde yazılmış. 12 Eylül darbesi toplatıp yakmış bu kitabı.
“Üç ilde sıkıyönetim var/“Askeri Savcı” sözü/Yer alıyor/Günlük bir sözcük olarak/Hayatımın sözlüğünde”
Belki de bu mısralara takmıştır 12 Eylül’ün savcıları.
Savcı sana kafayı taktıysa şiiri ne zaman yazdığının ne önemi var?
Meşhur Barış Derneği davasından uzun bir mahkumiyet alınca Fransa’ya gitti Behramoğlu. 1989’da 12 Eylül darbesinin ateşi sönmeye yüz tutunca döndü Türkiye’ye.
Behramoğlu’nun bazı şiirlerini okurken İsmet Özel’in sesini duyar gibi olurum. Böyle bir cümle ile Behramoğlu’nun şirini gölgelemek istemem. Sadece bazı şiirlerinde var bu ses yakınlığı... Yakın arkadaşlığın ses yakınlığına sebep olması normal.
Kendi hikayeni, başka birinin hikayesinin içinde okumak herkes için anlamlı olmayabilir.
Benim için anlamlı.
Başkasının hikayesini okurken kendi hikayemi de anlamış oluyorum.
Tanışma fırsatım olmadı... Olsun. Bu noksanlık güzel şiirleri için Ataol Behramoğlu’na müteşekkir olmama mani değil.
Bu yazı teşekkür yerine geçer mi?
Mahmut Balcı da gitti...
Erzurum’da tanımıştım Mahmut Balcı’yı. Galiba İlahiyat’ı bitirmek üzereydi. Sonra İstanbul’a geldi. Önceleri daha sık, sonraları daha seyrek görüşmeye devam ettik. Onu hep iyi işler yaparken gördüm. Birey Yayınları’nı kurduğu günleri hatırlıyorum. Cuma vaazı sırasında vefat etmiş. Cenazesinde ne güzel öğrencileri vardı.
İşte böyle, birer ikişer göçüyoruz. Elini yüzünü kirletmeden gidenlere ne mutlu.
Allah Rahmet etsin. Eşine, evlatlarına sabır versin. Ahireti güzel olsun.