Diyarbakır karakteri, rengi, tadı, sesi olan bir şehir. Tarihi, coğrafyası güzel. İnsanı da güzel.
Ben ilkokulu Diyarbakır’da, Mehmetçik İlkokulu’nda bitirdim. Hem severim, hem özlerim buraları.
Çok kötü günler geçirdi Diyarbakır. Özellikle son bir yılda.
Yıkıldı. Delik deşik oldu.
Duvarları hırpalayan mermiler, bombalar, insanların ruhunu da hırpalar.
Konvoyumuz Mardinkapı’ya doğru ilerlerken bu hırpalanmışlığı hissettim.
Başbakan Binali Yıldırım’ın Diyarbakır ziyaretini değerlendirirken önce şunu not etmeliyim.
Yurtdışında olanlar dışında neredeyse bütün bakanlar Diyarbakır’da. Tam onbeş bakan.
AK Parti’nin üst yönetimi de burada.
Bölgenin kavurucu terör ateşi altında olduğu bir mevsimde, şehit haberleri, operasyon haberleri art arda gelirken böyle kuvvetli bir kadroyla Diyarbakır’a gitmek, Sur’un sokaklarında dolaşmak, ‘Biz buradayız’ demek, başka hiçbir şey söylenmese bile çok kuvvetli bir mesajdır.
Bir şeyi söylemenin en doğru yolu, o şeyi söylemektir.
Herhalde öyledir. Bunu yazmaya ne lüzum var?
Lüzum var. Biz sözleri ambalaj içinde söylemeye meraklıyız.
‘O şeyi söylemek’ten murat, o şeyi kendi kelimeleriyle söylemektir.
Göreve geldiği günden itibaren Başbakan Yıldırım bunu çok iyi başardı.
Sözleri eğip bükmeden asli kelimeleriyle söylüyor.
Diyarbakır’da da öyle yaptı.
‘Çözüm mözüm yok.’
Bu sözün açılımı: “Kan dökenler, can alanlar çözümün tarafı değildir.”
“İnlerine giriyoruz” sözünü bu kez Feto için değil, PKK için söylüyor.
Peşlerine düşülecek. Hangi deliğe girdiyseler orada etkisiz hale getirilecekler.
Şu anda Çukurca’da, Tendürek’te yapılan budur.
Şehit haberleri maalesef geliyor, ama belli ki sahada, terörü şehirlerden olduğu gibi dağlardan da süpürmeye yönelik etkili operasyonlar bütün şiddetiyle sürüyor.
Açık, pürüzsüz, terör bitinceye kadar sürecek bir kararlılık.
Yıldırım’ın kelimeleriyle: “Bütün terör örgütlerini yok edeceğiz.”
Bölge insanı buna inanmak istiyor. İnsanlar devletin gücünü de, adaletini de, şefkatini de hissetmek istiyor.
Herkes mi? Değil. Ama böyle isteyenlerin oranının geçen yıla göre kat kat arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunun bir işareti, PKK’nın dağa götürdüğü gençlerin sayısı.
Yıldırım, dağa çıkarılan gençlerin sayısının on kat azaldığını söylüyor. Geçen yıl dört bin genci dağa götürmüşler. Bu yıl sayı dört yüze düşmüş.
Askerin Suriye’deki haritada gösterilebilecek kadar somut başarıları moral yükseltiyor.
Bu moral, Binali Yıldırım’ın konuşmasına da yansıyor.
Bir şey daha yansıyor Yıldırım’ın konuşmasına, en yalın haliyle. Özellikle de PKK’nın Dürümlü’de ve başka yerlerde yaptığı katliamları dile getirdiği anlarda:
Milletin öfkesi…
Silah ve öfke sorunları çözebilir mi?
Çözmez.
Yıldırım’ın Diyarbakır’da açıkladığı bölgesel kalkınma paketi, terörle mücadelenin bir diğer boyutu.
Hendek terörü sırasında yıkılan şehirler baştan başa tamir edilecek.
Sur esnafına faizsiz 50’şer bin lira kredi verilecek.
Senede 80 fabrika kurulacak. Bu fabrikaların ürettiği ürünleri devlet satın alacak. Her yıl 40 bin kişiye istihdam alanı açılacak.
Detayları dün okudunuz. Uzatmaya gerek yok.
Önceki gece dönüş yolunda Başbakan Yıldırım’la röportaj yapacaktık.
Başbakan sürpriz yaptı.
Kendisi Diyarbakır’da kaldı, heyetin bir kısmını ve gazetecileri Ankara’ya gönderdi.
Ertesi gün operasyonların bütün sıcaklığıyla devam ettiği Çukurca’da askerleri ziyaret etti.
Oradaki konuşmasında, TSK’nın 15 Temmuz’dan sonra büyük ölçüde kurtulduğu ‘Paralel ihanet’ bagajına da gönderme vardı.
Cümleleri, devletin kararlılığını net bir şekilde yansıtıyor:
“15 Temmuz’dan sonra terörle mücadelede yepyeni bir yol haritasına girmiş bulunuyoruz. Savunmada değil, taarruzda olacağız. Hangi taşın arkasında, hangi mağaranın içinde bu alçaklar varsa onları etkisiz hale getireceğiz.”
Bunların toplamı, teröre karşı askeri, sosyal ve ekonomik taarruz anlamına geliyor.