‘Arkaya doğru ilerleyelim’

Yusuf Ziya Cömert

Son zamanlarda Descartes’in biyografisini okuyorum. (Desmond M. Clarke, İş Bankası Yayınları.) 

“Düşünüyorum, öyleyse varım” değil mi? 

Mevlana Celaleddin’i de “Kim olursan ol, gel”e indirgeyip hayatın yükünü hafifletiyoruz. Bir cümleyle Mevlana’nın düşüncesini cebimize koyuyoruz. Üstelik o sözü başkasının söylediği söyleniyor. Tarihi gerçekliğin ne olduğu da önemini kaybediyor böylece. 

“To be or not to be” ve Şekspir bitti. 

Descartes, Fransız. Daha çok Hollanda’da yaşamış. 

1500’lerin sonunda doğmuş. Bilimle kilisenin aralarının gergin olduğu, Engizisyon’un kuş uçurtmamaya çalıştığı bir dönem. 

‘Çalıştığı’ diyorum. Çünkü Avrupa’da değişik mezhepler taraftar bulmuş, bilim kiliseyi zorluyor, bu ortamda, düşüncelerinizi ifade edebileceğiniz nispeten özgür ikametgahlar edinebiliyorsunuz. 

Descartes, bu tür sıkıntılar sebebiyle birkaç dostu dışında kimse tarafından bilinmeyen 37 ayrı adreste ikamet etmiş. 

Kolay değil. Bir paragraf aktarayım. 

“Giordano Bruno evrenin sonsuz olduğunu düşünmüş ve böyle kökten biçimde yeni olan bir dünyaya uygun düşebilecek bir Hristiyanlık tipi hayal etmişti. Bruno tehlikeli kurgularla uğraşmanın ağır bedelini 1600’de Engizisyon tarafından mahkum edildikten sonra Roma’da Campo de Fiori’de kazığa bağlanıp yakılarak ödedi.” 

Başka örnekler de var. 

Bu yüzden, Descartes, yazdığı kitapları iyi ilişkiler içinde olduğu rahiplere gönderiyor. Baksınlar, Hristiyanlığa aykırı, başına iş açabilecek görüşler varsa onu eleştirsinler, uyarsınlar diye. 

Bazı kitaplarını yıllarca yayımlamıyor. 

“Dört yıl boyunca aşağı yukarı sadece “Dünya” kitabının taslakları üzerinde çalıştı. Kitap (...) hazır olduğunda Descartes, Galileo’nun Roma engizisyonu tarafından yargılandığı haberini aldı ve ‘Dünya’yı yayımlamayı belirsiz bir tarihe kadar erteledi. Ne yazık ki -yıllarca süren kuramsal düşünmelerin ilk meyvesi olan- ‘Dünya’ yazarın ölümünden sonraya kadar yayımlanmadan kaldı.” 

Sıkıcı bir durum değil mi? Düşünüyorsun. ‘Varsın.’ Ama düşündüğünü söyleyemiyorsun. 

Uzun bir hikayedir Batı’da bilimin kilisenin tasallutundan kurtulması. 

İslam dünyası Avrupa’daki gibi sistemli, kahredici bir engizisyon tecrübesi yaşamadı. 

Ama farklı görüşleri sebebiyle yargılanıp idam edilenlerin sayısı çoktur.  

Siyasi sebeplerle açılan bir savaşa meşruiyet temin etmek için savaş açılan ülke halkının zındık, sapık olduğuna dair fetva verildiği de çoktur. 

Bugünkü meselem o devirlerin engizisyonunu tartışmak değil. 

Şimdi 21.  yüzyıla geldik değil mi? Yok artık öyle baskılar. Bitmiştir. 

Laiklik var, kilise de, devlet de, bilim de kendi işine bakıyor. 

Hele de üniversitelerde, fikrinden dolayı ilim adamlarının başının belaya girmesi düşünülemez. 

Orası, ilim ve fikir pazarı. 

İnsanlar düşünecek, eksik fazla, aklının erdiğini söyleyecek. Böylece, fikirler fikirleri, buluşlar yeni buluşları tetikleyecek. 

Yanlış. Bir fikri söylemek, eğer o fikir alışkanlıklarımızla çelişiyorsa, hala çok zor. 

İstediğin kadar düşünebilirsin. İçinden düşün. 

Eğer düşünceni izhar etmek istiyorsan, sakın benimkinden farklı bir şey söyleme. 

Benim gibi düşünmezsen sapıksın. Ya da hainsin. 

Resmi ideoloji, resmi din, resmi siyaset hatta bazen resmi bilim bu dili insafsızca kullanıyor. 

Geçenlerde, (bizim de yazarımız olan) Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün hayli zaman önce yaptığı bir konuşmadan 1-2 dakikalık bir bölüm piyasaya sürüldü. 

Kayıtta, Öztürk, vahyin Peygamberimiz’in lisanından bize ulaşma süreci hakkında istisnai, Müslümanların genel kabulüyle çelişen bir görüş serdediyor. 

Bu görüş benim inanma şeklimle de çelişiyor. 

Ben, vahyin manasıyla lafzı arasındaki irtibatın Mustafa Öztürk’ün ifade ettiğinden çok daha kuvvetli olduğunu düşünüyorum. 

Alim değilim. Ama itikadım böyle. 

Şimdi “Mustafa Öztürk nasıl benim itikadımla çelişen bir görüş ortaya atar” mı demem gerekiyor? 

Ben, kendi inanışımı, Mustafa Öztürk’ün veya başkasının özgürce düşünmesine ve fikrini beyan etmesine mani görmüyorum. 

Prof. Dr. Öztürk’ün Türkiye’de, görev yaptığı üniversiteden istifa etmek zorunda kalışını, bilim ve fikir alanındaki, düşünce özgürlüğü alanındaki, kifayetsizliğimizin, sığlığımızın, kısırlığımızın açık bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. 

Sanki geriye doğru ilerliyoruz. 

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (54)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.