Bizim memleketin en kuvvetli komplo teorilerinden biri, Amerikan petrol şirketlerinin bilhassa Güneydoğu Anadolu’da sondajlar yaptıklarına, aslında sondaj yaptıkları yerlerde bol miktarda petrol bulduklarına, ancak Türkiye kalkınmasın diye açtıkları kuyulara beton döküp, “Burada petrol yok” deyip, aletlerini edevatlarını toplayıp gittiklerine dairdir.
Haritaya bakmaktan haberi olan her Türk hayatında en az bir defa “Yahu, bizim sınırı geçtikten hemen sonra petrol başlıyor. Kerkük’te, Musul’da var. Hakkari’de, Şırnak’ta, Mardin’de niye yok” diye sormuştur.
Bu soruları ekonominin sıkıntılı olduğu zamanlarda daha çok sorarız.
Bir de 4x4 jeepiyle bir Arap’ın muhtemelen Uzungöl’e çıkan yollardan birinde bizim mütevazı otomobilimizi sollarken yukarına aşağı bize bakıp geçtiği zamanlarda.
Kazın ayağı tam öyle değil.
Şöyle düşünürsek doğru yere varamayız:
Sykes’la Picot sınırları çizdi de... (Tabii ki Sykes’la Picot çizmedi. Sonradan revize edildi. Ama çölün üstüne çizilen ilk çizgi onlara ait.) Sonra bir gün bir baktık ki bizim tarafımızda petrol yok, Arapların tarafında var.
Daniel Yergin’in ‘Petrol’ kitabı (İş Bankası Yayınları) kazın ayağının nasıl olduğu konusunda bir fikir verebilir.
Daha az hacimli ve nokta atışlı bir öykü isterseniz Stefanos Yerasimos’un ‘Milliyetler ve Sınırlar’ında (İletişim Yayınları) 1. Dünya Savaşı’nın patronu İngiltere’nin hudutları çizerken, anlaşmaları imzalarken nasıl jeologlarla çalıştığını, petrolün izine rastladığı her yeri kendisine, petrol görmediği tarafları müttefiki Fransızlara ayırdığını görürsünüz.
Teori falan değil bu, gerçek. İngilizler bize petrolsüz tarafları bırakmışlar!
Bizde varsa bile petrol, çıkarılması daha zor olan derinliklerde.
Aynı şey doğal gaz için de geçerli.
Ayrıca, yerin veya denizin altında varsa bile kendimiz arayamıyoruz.
Çok uluslu şirketlere aratıyoruz.
Lutf edecekler de, yüz milyarlarca doları riske edecekler de gelip arayacaklar.
(Nitekim bazıları denemiş. BP Karadeniz’de 200 milyon dolar harcamış, bir şey bulamamış gitmiş.)
Ara sıra, bilhassa Yunanistan’la bozuştuğumuz zamanlarda Ege’ye Hora gemisini gönderdik ama, bayrak göstermek için.
20. Yüzyıl böyle geçti.
Biz 21. Yüzyılda, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde denizde petrol ve doğalgaz sondajı yapacak teknik donanıma sahip olduk.
Fatih, Yavuz, Kanuni, Oruç Reis, Barbaros Hayrettin Paşa...
Bunlar, Osmanlı İmparatorluğunun gücünün zirvede olduğu devirleri hatırlatan zirve isimler.
Aynı zamanda, şimdilerde ‘mavi vatan’ demeye alıştığımız etrafımızdaki denizlerde petrol ve doğalgaz arayan sondaj gemilerimizin isimleri.
Evet, tercih ettiğimiz isimlerde bir meydan okuma var. Ve meydan okumak insanımızı mutlu ediyor.
Şimdi, kendi komplo teorimizi kendimiz test edebiliriz.
Ettik nitekim.
İlk büyük fosil yakıt rezervimizi bulduk.
Çok güzel bir haber.
Yetkililer 320 milyar metreküp diyor. Türkiye’nin 6 yıllık toplam doğalgaz tüketimine denk geliyor. Parasal değeri 200-250 milyar dolar. Büyük para.
Keşfetmek demek, bu miktarda doğalgaz içeren bir kaynağın işletilmeye değer, yani karlı olduğunu tespit etmek demek.
2023’e yetişir mi?
Enerji sistemleri profesörü Volkan Ediger, BBC’ye verdiği mülakatta “Bu ilk kuyu. Bir iki kuyu daha açılıp aynı keşfin orada da teyit edilmesi lazım. Sonra üretim kuyuları, depolama, boru hatları... Dünyadaki deneyimlere baktığımızda bunun için 6-7 yıllık bir süreç normal görünüyor. İnşallah kısa sürede başarılabilir” diyor.
Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ı aradım. Biraz konuştuk.
Yaltırak, Piri Reis Gemisiyle yıllarca Doğu Akdeniz’de sismik araştırmalar yapmış. Rodos’la İskenderun arasını (her yıl bir ay olmak üzere 6-7 yıl) neredeyse adım adım incelemiş.
Doğalgazı kısa sürede çıkarabilir miyiz? Diye ona da sordum.
“Bunun teknolojisi bizde yok” dedi. “Dışarıdan destek alınması gerekebilir. Pahalı bir teknoloji. Belki de satın alacaklar.”
Cenk Hoca başka bilgiler de verdi. Yarın değiniriz inşallah.
Zor da olsa bulduk.
Bu, enerji konusunda makus talihimizi yenebileceğimize dair ilk işaret olabilir. Arkası gelirse harika olur.
Hayırlı olsun.