Nuri Pakdil’in ‘Edebiyat’ı bizim en güzel ‘mektep’lerimizden birisidir.
Disiplinli bir yer orası. Yapılan işler, güzel yapılır.
Söz, düzgün söylenir, yazı, düzgün yazılır.
Okurlara gönderilecek kitapların paketleri bile özenle yapılır.
Bir edebiyat disiplini. Bir dil disiplini.
Bunlardan da önemlisi, bir bilinç.
‘Öğreti’nin ayrılmaz bir parçası olarak.
Bir ‘devrim’ bilinci.
Ben o ‘mektep’te okumadım ama, dışarıdan talebesi oldum.
Nuri Bey’e, söylemişimdir, “Ben sizin öğrencinizim. Ama iyi bir öğrenciniz değilim.”
Güzel insanlar yetişti o mektepte.
O bilinci daima taşıyan, temsil eden, seçkin arkadaşlar.
Tabii, devir değişiyor. Köşeler, yontuluyor. Çizgiler yumuşatılıyor.
Daha cazip, daha dünyevi, daha süfli şeyler için bilenmek, keskinleştirilmek üzere.
Fakat, tanıdığım, bildiğim ‘Edebiyat’ okulu öğrencileri... (Şimdi hepsinin sinleri kemale erdi.) Nuri Bey’den aldıkları terbiyeyi muhafazaya devam ediyorlar.
Aralarında ustalar da var.
Arif Ay, ustalardan biridir.
Uzun zaman oldu, Arif Ay’la oturup iki lafı üst üste koymayalı.
Özledim de...
Fakat, Arif Ay’ın şiirine istediğim zaman erişebilirim.
“saçların hangi ülkenin ırmaklarında ıslanır
ikindi gölgesi oralarda da uzun mu
oralarda da seven horlanır
sevilen vurulur mu” diye mırıldanabilirim.
“bir kağıttan daha kolay
buruşur yağmur” diye fısıldayabilirim. (Hıra.)
(Bunlar ve bundan sonraki mısralar, Güney Doğan Koşu’dan. Hece Yayınları.)
Bugün yeniden okuyorum Arif Ay’ı.
Onun şiirindeki estetiği takip ediyorum.
Onun şiirindeki duyarlığı takip ediyorum.
“bu taşı bir yere koymalı/düşmeden içimin kuyusuna”
“sevinç mi telaş mı/tahtaya kalkmış çocuk gibiyim karşında”
“rujlarından geçiyor bir kadın/cumhuriyetinden saçlarının”
Temiz, nezih ve coşkulu bir şiirin içindeyim.
Ama izninizle bugün, başkalarında pek rastlamayıp da Arif Ay’da gördüğüm hassasiyeti vurgulamak istiyorum.
‘Devrim bilinci’ demiştim ya... Tarih bilinci de demem lazım.
“ben ki doğuyum
önümde binbir pusu
merhaba arkadaşım Said
merhaba”
“Bir de bitlis tütünü gibi/iplere dizildiğimiz”
“bire on bire bin verip/sarı başaklar gibi biçildik”
İşte, İskilipli Atıf.
“lalelide bir ev/kapısını vakitsiz bir güz zorlar”
“kapıda beklenmedik zil sesi
başlarında zulmün simgesi”
Ve Şehit Atıf Hoca’nın zindandaki rüyası.
“sesler donmuş/burada, çeliğe su değil/sükut verilir”
Rize, Maraş, Erzurum... Elbette ki Dersim.
Birer destandır, sessiz, konuşulmamış, okunmamış, yazılmamış.
Tarihin izbelerinde çürümeye bırakılmış.
Bunları çok nadiren, çoğu zaman da ‘lütfen’ yazar şairler.
Arif Ay, yazdı, altını çizdi zulmün.
Hemen ardından ‘Dokuz Kandil”i anmalıyım.
“bir ömür boyunca/aşıyı tutturmanın telaşında/hadim-i Kur’an Gönenli Mehmed Hoca”
“öfkesini meydanlarda dağ gibi gezdiren yürek/sen şiire sığmadın, sığmazsın/Necip Fazıl Kısakürek”
“evvel ve ahir arasında açan/bir güldü sözlerin” (Fethi Gemuhluoğlu.)
“selam olsun adı ışık olan dağa/selam olsun Kudüs’te Mirac’a/selam olsun Sezai Karakoç’a”
“namlusu hep sıcak silah/kurşunu aşk/tüm zamanların içinde akan/uğultulu ırmak” (Nuri Pakdil.)
“şiir ırmağımızın zarif koluydun/neylerim ah neylerim/ölüm düğünlerine gidip gelmekten/kına tutmaz oldu ellerim” (Cahit Zarifoğlu.)
Sütunum doluyor.
Devamında Halis Altındağ, İlhami Çiçek ve Hasan Aycın var.
Benim bu Cumartesim, şu dakikaya kadar, Arif Abi’nin şiirleriyle güzel geçti.
Size de tavsiye ederim.
Hayırlı pazarlar.