Bir önceki, hatta iki önceki ABD başkanlık seçiminde Obama kazanınca başımız göğe ermedi.
Amerikalılar da bu işten tatmin olmadı.
‘Arap Baharı’ betona çakıldı. Ben dahil çok kimse, ‘şu anda zaten kötü, daha kötü olacak değil ya...’ dedik. Yanıldık.
Her şey eskisinden kötü oldu.
Libya’da iyi-kötü bir Kaddafi düzeni vardı. Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam bir geçiş süreci hayali ediyordu. O hayal de öldü. Şimdi, Libya ateş kazanı.
Kaddafi’nin yüz şu kadar milyar doları Avrupa ve ABD bankalarında erimekle meşgul. Bankalar parayı dondurdu, her sene bir milyar dolara yakın ‘parayı saklama parası’ alıyorlar. Yakında para Libya’ya yar olmadan buharlaşır.
Kaddafi’nin anladığı İslam bize uymasa da, Afrika’da Kaddafi’nin iyi kötü yürüttüğü hizmetler vardı. O hizmetler de berhava oldu.
Ya Suriye?
Batı’nın güya yücelttiği değerler çöpe gitti. Üç dört yüz bin insan öldü. Kimyasal silah falan, hepsi kullanıldı.
Meğer kırmızı çizgi, pijama çizgisi gibi motifmiş!
Obama, Suriye’de Putin’e boyun eğdi.
Sadece Suriye’de mi?
Putin, Ukrayna’da hem ABD’yi hem Avrupa’yı ezdi.
Kırım’ı çatır çatır ilhak etti. Kimse çıt çıkaramadı.
ABD’nin ‘kırmızı çizgi’sine mukabil başka bir çizgi konuşuluyor şimdi.
Putin’in, Obama’nın karizmasını çizdiği çizgi.
Belki o çizgi de kırmızıdır.
Bu politikalar, Ortadoğu’da korkunç bir ‘vakum’ oluşturdu ve o vakumu IŞİD gibi kanlı bir terör örgütü doldurdu.
IŞİD, bütün Batı’ya ‘İslamofobi’ üfüren bir körük gibi kullanılmakla kalmadı, ABD’nin –isterseniz üst akıl deyin- ve İsrail’in hesaplarına uygun siyasi ve toplumsal mühendislik işlerinin bahanesi haline geldi.
Şu halde, anladık. Bizim ‘hayır bildiğimiz işlerde şer’ olabilirmiş.
‘Şer bildiğimiz işlerde de hayır’ olabilir mi? Olabilir.
(Biliyorsunuz, bunun Kitabımızda da yeri var.)
Şer bildiğimiz şeyde hayır olması için Trump’ın mı ABD Başkanı olması lazım?
Böyle bir ‘istidlal’ saçma. Biz kullar, bunu ancak her şey olup bittikten sonra ‘haa, demek ki öyleymiş’ diyerek idrak edebiliriz.
Trump, “Müslümanları Amerika’ya sokmayalım” gibi laflarla ABD’deki Cumhuriyetçiler’in ‘milli’ hislerini tahrik ediyor.
Trump’ın lafına öfkelenen Amerikalılar az değil. Facebook’un patronu Zuckerberg “Eğer bu toplulukta bir Müslümansan, ben Facebook’un patronu olarak bilmeni istiyorum: Burada her zaman hoş karşılanacaksın, senin haklarını korumak için savaşacağız” demiş.
Amazon’un kurucusu Bezos ise “Donald’ı uzaya gönder” etiketiyle dalga geçen bir tweet atmış.
Bunları sonradan ikiye katlamışlar mı bilmiyorum. Fakat Trump’ın tuhaf çıkışları, küçük bir çevrede pozitif bir bilincin doğmasına yaramış.
Şöyle diyebiliriz:
Trump gibi birinin başkan seçilmesi, belki de çok bariz, çok aşikare bir kötücül ortam oluşturur.
Ah! Yine İsmet Özel.
“Haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın.”
Şedit bir Amerikan ulusalcılığı, mevzuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.
Ya da Obama gibi Trump da sandalyeye oturunca Amerikan politikalarını özümser ve işler nasıl devam etmesi gerekiyorsa öyle devam eder.
Nobel Barış Ödülü’yle mi bu hale geldi Obama? Yoksa başka bir mekanizma mı köşelerini yumuşattı? Bilmem.
Şunu bilirim: O kadar şedit olmasına rağmen Trump’ı da Nobel’e aday göstermişler.
Niye mi? Sertliği sebebiyle. Bakın ifade şöyle:
“Trump, sert barış ideolojisinin, radikal İslam, IŞİD, İran ve Çin’e karşı caydırıcı olması nedeniyle 2016 Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.” Görüyorsunuz, her şeyden her şey olabiliyor.
Amaan! Kim seçilirse seçilsin.