Çin’den çakma saatler almıştım zamanında. “Orijinalinin aynısı” dediler. “Çakma ama kaliteli çakma” dediler.
Demeleri önemli değil. Saat mi saat. Bakıyorsun, en azından baktığın sırada çalışıyor.
Hangi marka istersen. Franck Muller, Corum, Patek Phiippe, Rolex... Ah hiç unutmam. “One Rolex hundred Dollar” diyordu, çantası çakma Rolex’le dolu 40 yaşlarında bir Çinli. Bizden ilgi görmeyince fiyatı düşürdü. İki Rolex 100 Dolar dedi, sonra 4 Roleks 100 dolar.
Gruptaki arkadaşlardan biri “Çantanın içindeki saatlere 50 dolar veririm dedi.”
Çinli, biraz nazlandı ama, 50 dolara verdi çantayı.
20-30 civarında saat çıktı çantadan.
Diyelim saatlerin tanesi 2 dolara gelmiş olsun.
Yahu, 2 dolara akrebini yelkovanını bile takmazsın o saatin, bırak içindeki makinayı.
Bunun nasıl olabildiğini hala bilmiyorum.
Belki de Çin Hükümeti, kaça satarsan sat deyip adamlara teşvik veriyor. Bizim hayali ihracattaki gibi.
Benim aldığım çakma saatlerin bir kaçı bozuldu. Bir iki tanesi hala çalışıyor. Başarı oranı yüzde 50 diyebilirim.
Şu anda sorarsanız, çakma saat kimseye tavsiye etmem.
Çin aşısı da Çin saati gibiyse işimiz var demektir.
Görüntüyü kurtarıyor. Enjektöre çekiyorsun, sonra elemanın koluna basıyorsun.
Öyle değildir inşallah.
Çin’in yaptığı ciddi işler var. Ekonomide dünya liderliği için ABD’yle rekabet etmesinde çakmacılığın payı var ama ciddi işlerin de payı var.
Zaten o ciddiyet olmasa, çakmayı da yapamazsın.
Fakat tuhafıma gitti.
Çin aşısının koruyuculuğu yüzde 90’lardan önce yüzde 70’lere, nihayet yüzde 50’lere düştü.
Bizi yüzde 91,5 koruyormuş. Endonezyalıları yüzde 65,3, Brezilyalıları önce yüzde 78 sonra yüzde 50,38.
Olur mu böyle bir şey?
Bizim genlerimiz mi farklı? Yoksa Çin’in yaptığı sevkiyatın kalitesi mi değişik.
Yüzde 50’yi görünce ben de tereddüde düştüm.
Yüzde 50 koruma demek, yüzde 50 hasta olmak demek.
Maske kadar da mı korumuyor Çin aşısı?
Brezilya’daki test çalışmalarını yapan Butantan biyotıp merkezi aşı olanlar arasında hastalığı hafif geçirenler hesaba dahil edilince oranın yüzde 50,38’e düştüğünü açıkladı.
Bu açıklama, aşının şiddetli vakaları azalttığı anlamına geliyor.
Eh, bir dereceye kadar anlamlı.
Hastalığı hafif geçirmemizi sağlayacaksa işe yarıyor demektir.
Eğer açıklamalar doğruysa...
Çin söz konusu olunca açıklamaların güvenilirliği de sorgulanıyor tabii.
Fakat, ‘neden Çin aşısına mecburuz? Neden koruma yüzdesi daha yüksek olan aşılar Türkiye’ye gelmiyor?’ sorusu hala geçerli.
Beceriksizliğimizden mi? Yoksa parasızlıktan mı?
Çin aşısının açıklanan tarihte (11 Aralık) gelmemesi tuhaf.
Para da ciddi mesele. Biontech’in aşısı 15,5 Euro’ymuş. 1 milyon doz alsan 15,5 milyon Euro. 100 milyon alsan 1,5 milyar Euro’yu geçiyor.
Çin aşısı da pahalı. Reuters’e göre tek dozu 30 dolar. Çin’in ihracat fiyatı ne kadardır bilmiyoruz. Çin’le yaptığımız aşı kontratının içeriğinden henüz haberimiz yok.
Yetkililer hesaba katıyor mu bilmiyorum, ama aşıya verilen para ekonomik anlamda bir yatırım özelliği de taşıyor.
Eğer aşı faydalı bir şeyse, ne kadar çok aşılanırsak iş hayatı da, turizm de o kadar canlanır.
Bazı ülkeler, kendi nüfuslarının birkaç katını aşılayabilecek miktarda aşı aldılar.
ABD 810 milyon doz, Hindistan 2 milyar doz, İngiltere 357 milyon doz.
Nüfustan daha çok aşı ithal etmek mantıklı.
Çünkü aşılar 2’şer doz olarak uygulanıyor. Aşının bağışıklık sağlama süresi tam belli değil ama, eğer 6 ay bağışıklık sağlıyorsa yılda iki kez, üç ay bağışıklık sağlıyorsa yılda 4 kez aşılanmak gerekecek.
Bizim yetkililerin açıkladığı Çin aşısı siparişi 50 milyon doz. Bir kişiye iki doz aşı yapılacaksa, nüfusun yarısına bile yetmez.
Neden bu kadar az?
El alem yapıyor da biz niye yapamıyoruz?
Şöyle düşünebilir miyiz?
Muhtemelen, salgını yönetmek için harcamamız gereken enerjiyi salgınla ilgili algıyı yönetmeye harcıyoruz.
Algıyı yönetmenin daha ucuza geldiğini zannediyoruz.
Halbuki böyle olunca ikisini de yönetemeyebilirsin.
Üstüne üstlük, ikisinin de maliyetini ödersin. Ve bu her zaman daha pahalıya gelir.