Son zamanlarda havaların gidişatından şikayet edenlere çok rastlıyorum. Öyle laf sokuyorlar ki araya, sanki hükümet icraatını tenkit ediyorlar.
‘Bu ne biçim bahar?’
‘Mayıs ayı geldi hala kış.’
‘Böyle yaz mı olur?’
Tuhaf tuhaf laflar işte.
İnsanlar, havayı tenkit etmenin idareyi tenkide göre daha güvenli, daha sakıncasız olduğunu düşünüyorlarsa kötü.
Bizim insanımız, havalara fazla karışmaz.
Havalardan bahsederken müşteki bir lisan kullanmaz.
“Mübarek havalar, yağsaydı iyiydi” diyebilirler en fazla.
Havanın durumunu, yağmuru veya kuraklığı veya sisi veya sıcağı... tenkit etmek, Allah’ın fiilini tenkit etmek gibi anlaşılabilir. Bu yüzden, çok imalı, tenkit olduğu bile anlaşılmayan tenkitlerin arasına, ‘mübarek’, ‘adına dolanduğum’ veya ‘Kurban olduğum’ gibi saygılı ifadeler konulur.
Şimdi mevsim bahar. Aylardan Mayıs. Yarın öbürgün Haziran olur. Günlerimiz uzun, ama havalarımız serin.
Oruç için bu mevsimde, bundan daha güzel bir hava olmaz.
Elbette burada bir Ramazan Mucizesi icat etmeye uğraşmıyorum.
Bütün mevsimler, bütün saatler, bütün dakikalar yeteri kadar mucizevi.
Hatırlar mısınız? Peteğin üstünde arıların yaptığı ‘lafzatullah’ı?
Lazım mı bu şimdi?
İmanımızı bununla mı tazeleyelim?
Petek, yeteri kadar mucizevi değil mi?
Çiçeklerin mevcut olması yeteri kadar mucizevi değil mi?
Ve bu kadar güzel olması...
Havanın serin olmasının bir ‘olağanüstülük’ içermesi gerekmiyor.
Evet, geçen yıl da mutedil bir havada başlamıştı Ramazan-ı Şerif. Bu güzeldir.
Fakat, çok sıcak havalar da oldu Ramazanlarda.
Hele bazı memleketlerde, serin hava hiç olmuyor. Ne yapacağız şimdi? Allahu Teala o memleketlerin Müslümanlarına merhamet etmiyor mu?
Biz gökten zembille mi indik?
Öteki Müslümanlar, öteki insanlar, yerden mi çıktılar?
Ne marifetimiz var bizim?
Mevsimlerin bozulmasında bizim çok kabahatimiz var.
‘Arzı ifsad ettik.’
Her birimizin ‘karbon ayak izi’ kamyon tekeri kadar.
Kendi kabahatimize bir ‘kutsiyet’ izafe etmek, biraz pişkinlik.
Şu ramazan gününde, nereden çıktı ‘karbon ayak izi?’
Karbon ayak izi, amel defteri gibi bir şey.
Kainatı ne kadar kirlettiğimizin karnesi.
Ben, ahirette, (aynı terimlerle değilse de) ‘karbon ayak izi’mizle ilgili bir suale muhatap olacağımızı zannediyorum.
Ayak izi küçük olan, büyük olandan hakkını alacak.
Filistinli’nin veya Afrikalı’nın ayak izi ile Kuveytlinin, Katarlının, Suudlunun, Amerikalının, Fransız’ın ayak izi...
Aralarındaki fark, sorulacak.
(Başkasına hiç lafım yok. Kendi ayak izim, dert olarak bana yeter.)
Yine de, Ramazan’ın ilk günlerinin serin geçmesi güzel. Bir nimet.
En azından, ‘böyle yaz mı olur’ lafları azalıyor.
Halbuki, Allah’ın Rahmeti, her yerde.
Her gün göre göre kanıksadığımız muhteşem hadiselerde.
Acıkmamızda.
Doymamızda.
Yemeğimizin lezzetinde.
Ekmeğin rayihasında.
İftarda, bir zeytin tanesinin bütün bedenimizi ayaklandırmasında.
‘Komşumuz açken, tok uyumamamız’ öğütleniyor bize.
Sorun şu ki...
Şehirlere öyle dağıldık ki...
Artık, yoksul komşumuz yok.
Açlar bir mahallede, toklar başka bir mahallede ikamet ediyor.
Mucizevi olan, belki de, birbirimizden bu kadar ayrıldığımız halde Allahu Teala’nın bize içecek su vermesidir.