Artık inkar edilmiyor. Muhalefet zaten bağıra bağıra söylüyor. İktidar aşikare söylemiyor ama davranışlarıyla doğruluyor. Bir ekonomik kriz var.
Liranın değer kaybetmesi önemli bir gösterge.
Ancak liranın değer kaybetmesiyle veya doların çılgınca yükselmesiyle sınırlı değil kriz.
Mağazalarda her gün hatta bazen her saat değişen etiketler, esnafın zam gelecek diye bazı ihtiyaç maddelerini, şekeri, yağı tane tane satmaya başlaması, simidin, ekmeğin 2-2,5 liraya çıkması, herhangi bir tüketim maddesini görece ucuza satan dükkanların önünde uzun kuyruklar oluşması…
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin koltuğa oturur oturmaz batarsak hepimiz batarız gibi laflar etmesi…
Ekonomik krizin MGK’da tartışılması… Muhalefet bunu ‘asker ekonomiden ne anlar’ kabilinden sathi bir yorumla okudu. Öyle değil. Ekonominin MGK’da gündem olmasını devletin ekonomik krizi bir güvenlik meselesine dönüştürme eğilimine yormak daha doğru.
Ekonomik krizi güvenlik meselesi olarak ele almak bir ‘krizden yararlanma yöntemi’ olabilir mi?
Olabilir.
(Prof. Dr. İzzet Özgenç de karpuz kabuğunu attı ortaya.)
Hepsini alt alta topladığınızda ekonomik krizin mevcudiyeti bir sabite haline geliyor.
Çözülemez mi ekonomik kriz?
Çözülür. Hangi ekonomik kriz çözülmedi ki…
Benim hatırladığım, bizzat yaşadığım ve etkilendiğim ekonomik kriz 5 Nisan 1994 kriziydi.
O sıra İzlenim dergisindeydik ve dergimiz kapandı.
Bu bizim küçük krizimizdi. Bize yetti. Ama bir de memleketin krizi vardı.
Türk Lirası şiddetli bir şekilde devalüe edilmiş Türkiye’nin büyük holdinglerinin kıymeti birkaç gün içinde birer ikişer milyar dolar düşmüştü.
Vatandaşın cebinde sofrasında eksilen şeyleri saymıyorum.
Bir sonraki kriz 1994 krizinin devamı gibiydi. 2001 Şubat’ına kadar biriken enerji, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer MGK’da Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlatınca boşaldı.
Teknik ayrıntılara girmeden söylersek, iki krizi de siyaset dilinde ‘acı reçete’ dediğimiz türden tedbirlerle atlattık.
Neydi acı reçete?
Ağırlaştırılmış vergiler. Zamlar. Sıkı para politikası. Ücretlerde daralma. Bankacılık ve finans sistemine disiplin getiren reformlar.
Tasarruf da derdim ama bizim adamlar tasarrufu beceremiyor. Keyiflerine saltanatlarına dokundurtmuyorlar. Sana tasarruf yaptırmaya çalışıyorlar, domatesi az ye, armudu say da ye falan filan.
Özetlersek, krizin faturasını vatandaşa ödetmeye matuf düzenlemeler.
Sen vatandaşa fatura ödetirsin, sonra da vatandaş sana fatura ödetir.
Nitekim ödetti vatandaş.
İlk seçimde ekonomik krizin bütün siyasi mesullerini tasfiye etti.
Bugün idrak ettiğimiz ekonomik krizin çözümü -kimse telaffuz etmek istemiyor ama- acı reçetedir.
İktidarın da muhalefetin de acı reçeteyi telaffuz edememesinin makul gerekçeleri var.
Muhalefet niye desin ben gelince size acı ilaç içireceğim?
Demek istemez. Kabaca, ‘düzelteceğim’ demek ihtiyata daha uygun.
İktidar açısından da acı reçete için kötü bir mevsim.
Seçime 19 ay kalmış. Bugün acı ilacı vatandaşa içirmeye başlasan seçime kadar ağzının acılığı geçmez.
Ağzında verdiğin ilacın acılığıyla sandığa gidecek olan vatandaşın ne yapacağını kestiremezsin.
O zaman, elde avuçta ne varsa vatandaşın kendini iyi hissetmesi için harcarsın.
Acı reçeteyi bir sonraki döneme ertelersin.
Kısmetse sen uygularsın. Kısmet değilse yeni gelen iktidar.
Krizi çözecek ilaçların hepsi acı değil. Bir de tatlı reçete var.
Nedir tatlı reçete?
Hukuku düzeltirsin. Yargı bağımsızlığını millete hissettirirsin.
Bununla sadece insanlar ferahlamaz, yerli ve yabancı yatırımcı da yerli ve yabancı para da hukuk sever.
Özgürlükleri… Senin gibi düşünmeyenlerin özgürlükleri dahil… Genişletirsin.
‘Şeffaflık’a deccal muamelesi yapmazsın. Devleti, siyaseti şeffaflaştırırsın. İhaleleri şeffaf ve adil yaparsın.
Böylece vatandaşa itimat telkin edersin.
Liyakati ilke haline getirirsin.
Bunu acı reçetenin yanı sıra uygularsan iyi sonuç alırsın. Sirkeyi balla içmek gibi…
Sadece tatlı reçeteyi uygulamak da faydalıdır, bazı ekonomik sorunlar çözülür.
Fakat anladığım kadarıyla, birinci reçete nasıl vatandaşa acı geliyorsa, ikinci reçete de bizim ‘devletlü’lere acı geliyor.