Vaizler kürsülerden, kendilerinden çok emin bir lisanla anlatırlar, ölümden sonraki hayatı.
Ben de rast gelirsem dinlerim. O lisanı seviyorum.
Fakat, ‘Hoca’ kisveli adamların farklı görüşlere sahip ilim erbabına ağır ithamlarla saldırmalarını hiç sevmiyorum.
Böyle bir şeyi ‘kul’a yakıştırmıyorum.
Benim ‘sevmemem’ sadece benim için bir anlam ifade ediyor. Ben yazdım diye hiç kimse edeceği küfürden geri kalmayacak!
Nereden girdim yazıya? Hocaların, ölümden sonraki hayatı, kendilerinden çok emin bir lisanla anlatmalarından.
Gerçekten de eski kaynaklarda insanların ölüm ve ölünden sonrası hakkında merak edebileceği hemen her şey anlatılıyor.
Bir dudağı yerde bir dudağı gökte korkunç bir melek, kabirde sorgu sual edecek.
İmanın ve amelin iyiyse o melek sana güzel surette görünecek. Sorulara doğru cevaplar verebileceksin.
Kötüyse, cevap veremeyeceksin ve her cevap veremeyişinde cezalandırılacaksın.
Hatta, biliyorsunuz, hocalar, insanlar kabrin başından ayrılınca, mevtanın ‘men Rabbüke, men nebiyyüke?’ gibi suallere cevap vermesine yardımcı olsun olsun diye “Ey filan oğlu filan” diye başlayan iman ilkelerini hatırlatır mahiyette bir ‘talkın’da (telkin) bile bulunurlar.
(Talkının içinde kul hakkına dair bir kolaylık yok, bunu da hiç unutmamak lazım.)
Elbette, ahiret hakkında, ‘ba’su ba’del mevt’ hakkında Müslümanların bir ihtilafı, bir tereddüdü yoktur.
Buna dair ifadelerin kesin olması tabiidir.
Fakat, anlatılan bir çok ayrıntı, şeklen ve mahiyet olarak hocaların anlattığının aynısı mıdır? Bu bilgiye sahip değilim.
Hocaların, dünyevi bir lisanla, bizim dünya aklıyla tahmin ve tahayyül edebileceğimiz misallerle ölümden sonrasını anlatmaya çalıştığını düşünüyorum.
Sonuçta mesele, güzel bir imanla ve ‘salih amel’le, kul hakkından, kötü işlerden sakınılarak geçen bir hayatın ödüllendirilmesi, bunun zıddının da cezaya müstahak olması.
Ben, bu yazıda, şu açtığım konuyu vuzuha kavuşturmayı hedeflemiyorum.
Bir anlayış empoze etmeye de çalışmıyorum.
Herkes, anlayabildiği ve mutmain olduğu şekilde itikat etsin.
Bugün, birdenbire kendimi şu ‘ölüm sonrası’ konusunun içinde bulmamın sebebi, annem.
Üç yıl önce Rahmet’e göçtü annem.
Ve ben, annem şu anda sağmış, hayattaymış gibi, annemin halini merak ediyorum.
Annemi özlüyorum.
Annesizlik, insanın dalını budağını nasıl kırıyor, hayatın bir tarafını, büyük bir tarafını nasıl yıkıyor, nasıl boşaltıyor, bunu annesizler bilir.
Bu özlemin yanı sıra, anneciğimin, şu anda nasıl bir hal üzre olduğunu merak da ediyorum.
Mesela annem, şimdi, şu Anneler Günü’nde, benim hangi hisler içinde olduğumu bilecek durumda mıdır acaba?
Bizi işitebilir mi?
Dünyada olan bitenlerden haberdar mıdır? Oğullarından, kızlarından, torunlarından, babamdan?
Yoksa, terk-i dünya edince, fani alemin ahvali tamamen lüzumsuz mu oluyor?
Annemin, ‘Rahmet’e vasıl olduğundan, iyi bir halde olduğundan eminim.
Bir ‘saliha’ idi. İmrendiğim bir imanı vardı. Allah’ın kullarına bir kötülük de etmedi.
Bize çok dua ederdi anneciğim.
Elbette babam da ederdi ve Allah’a şükür, şimdi de ediyor. Baba duası, biz oğullar ve kızların erişebileceği en büyük nimetlerden biridir.
Annenin duası ile babanın duası karşı karşıya konulup kıyaslanmaz.
İkisi, ayrı ayrı ve çok büyük ihtiyaçtır.
Saf, perdesiz ve temiz, anne yakınlığında, anne sıcaklığında, anne duası...
Bunu çok arıyorum.
Çok muhtacım.
Acaba annem, bize dua edebilir mi?
Bunu anlamamı sağlayacak bir bilgiye sahip olmayı isterdim.