Dünya terör kuşatmasında boğuluyor. Türkiye de bu kördüğümün içinde. O. Doğu’da sınırların yeniden çizilmesinde en önemli hedeflerden biri. Peki soğuk savaş sonlanırken nasıl geldik buraya, kimsenin tecrübesi ötekine yaramıyor mu yoksa?
90’lı yıllarda gündemde olan küreselleşme umut olmuştu, ülkeler arasındaki siyasi ekonomik ve sosyal ilişkilerin yaygınlaşmasını sağlayacaktı. İdeolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmanın çökmesine, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınıp saygı görmesine işaret ediyordu.
***
Bu yolla bütün dünyada imkânlar, kaynaklar, kültürler sermaye ve emek dolaşım halinde olacak, zaman içinde birimizde ne varsa ötekinde de o olacaktı. Küresel eşitlik adalet hayalleri vardı iyi insanlarda. Küreselleşme vahşi bir hal alınca Dünya Sosyal Forumu başka bir dünya inşa etmek için seferber oldu. Maddi ve manevi değerler çerçevesinde emekle oluşmuş ortak birikimden adil ahlaklı bir dünya yaratmayı gündem yaptı küreselleşme karşıtları.
***
Gel gör ki işgalci saldırgan güçlerin her türlü insaniyeti bastıran devlet terörleri dinmek bilmedi. Körfez Savaşı, İran–Irak Savaşı’nın tetiklenmesi, Afrika’daki akıl almaz katliamlar, yağmalar, haksızlıklar iyilik getirmedi, tersine küresel adaletsizliği yoksulluğu eşitsizliği daha da derinleştirdi.
Avrupa 2. Dünya Savaşı’ndaki korkunç tecrübelerin ışığında 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yazmış ve insanlığın önüne koymuştu ama bu ilkeler Batılı yaşam tarzıyla birlikte dayatılınca sadece “beyaz” adamların haklarına dönüştü. Çeşitli uluslararası toplantılarda bir araya geldiğimiz Afgan Iraklı Pakistanlı Filistinli ve birçok milletten Müslüman ve hatta her inançtan Doğulu için insan hakları, demokrasi gibi kavramlar saldırganlığı, işgalleri, acıları, yıkımı çağrıştırır hale geldi. Çünkü bu kavramların ardına saklanarak gelen Batılı barbarlar ülkeleri yerle bir ediyordu. Babaları, oğulları, kardeşleri öldürerek Afgan kadınını özgürleştiriyorlardı misal.
***
Peki İslam dünyası Batılı emperyalist ülkelerin rol dağıtmasından bağımsız kendi iç muhasebesini yapabildi mi? Bütün dünyaya söyleyecek sözü olan Müslümanlar İslam’ın insanlık için ne vaat ettiğini yeterince dilendiremedi. Kapalı rejimler içinde döngüsel bir öfke şiddet, etki-tepki eksenine kilitlendi. Düşünce şiddet karşısında geri çekildi.
***
Brüksel’de de Ankara ve diğer yerlerde de yanıyor canımız. Terör örgütünün propaganda yapabilmesi, alenen çadır açabilmesi Brüksel’in orta yerinde. Mazlum ve zalim iç içe artık. Dünya halkları olarak birbirimizin yüzüne bakmamız giderek zorlaşıyor. Üstünlük iddiaları, ayrımcılık ve aşağılamalar, çifte standartlar, insan hayatını hiçe sayan güç mücadeleleri, vekalet savaşları, silah tüccarlığı, aşağıların en aşağısına inmiş ikiyüzlülükler, yalan haberler, bilginin, düşüncenin kan ve gözyaşı için seferber edilmesi… Dünya Jose Saramago’nun Körlük romanındaki gibi bir felakete sürükleniyor. Herkes ötekinin acısına hikayesine kör, sağır ve dilsiz.
***
Yaşanabilir bir dünya için daha çok silahlanmaya ihtiyacımız yok. Bunun anlamsız olduğu ortada. Ortaklaşa bir beyin fırtınası gerekli. Son yüz elli yıla bir projeksiyon beklentisinden geçtim, geriye doğru yirmi yıla bakmak bile sarsıcı olabilir. İşgalcilerin Bağdat’a girdiği günlerde ABD’li generalin sözü mesela: Bir Şii Sünni çatışması öngörüyoruz ama yeterli nefret yok.
***
Ya da insanların zalim Saddam’dan kurtulalım diye çırpınmasının ardından şimdi o günleri mumla aramasının sebepleri gibi. Suriye’de kendi halkını bombalayan, babadan atadan zalim Esed’e bütün dünyanın ürkütücü bir sessizlikle onay vermesi, gelenin gidenin fütursuzca halkı bombalaması gibi. Nerede yanlış yaptık sorusu dünyadaki bütün çatışmalar için hayati önemde.