New York’a gelip de insanlığın birikimine eğildiği düşünülen çağdaş sanat müzesi MoMa’yı ziyaret etmeden olmazdı. Hafta içi sabah vaktinde bile müzenin büyük bir kalabalığı ağırlaması, dünyanın en gözde sanat merkezlerinden birine şenlik havası katmıştı biraz. Öte yandan ziyaretçilerin elitliği, yalnız sessiz ve derin bir huşu içinde eserlerin önünde vakit geçirmeleri, sevilen ressamların sanatçıların orijinal çalışmaları karşısında duygulanmaları -ki onlardan biriydim doğrusu-eserler kadar ilgi çekiciydi. Mattise, Monet, Miro, Kahlo, Hovard, Picasso ve daha nice ressamların eserleri yan yana asılı.
Öte yandan Amerika ve Avrupa’daki sanat ortamlarının istisnalar dışında sadece Batı sanatına yer vermesi bizzat kimi Batılı sanat erbabı tarafından sert biçimde eleştiriliyor. Belli bir üstenci evrenselci yaklaşımın hem sebebi hem de sonucu olan bu ortamlar, insanlığın önünde bu yüzden verilen emekle orantılı bir güçte meş’ale olamıyor. Amerika’nın bağımsız sanat ortamlarında bu meseleler hakkında yapılan ayrıntılı tartışmalar önemli. Katları dolaşırken düşünmeden edemedim. Mesela Suriye’nin yerle bir olduğu şu günlerde daha önce dünya çapında kıymetli eserlerine İstanbul Sultanahmet’teki bir sergide tanık olduğum Suriyeli sanatçıların birkaç yapıtına olsun yer verilseydi. Bu sanatçıların bazıları ağır bombardımanlarda dünyanın gözleri önünde hayatlarını kaybettiler. Yaşanan insanlık krizini not düşen bir köşe yapılabilseydi sanat dünyasına istemli istemsiz sıvı gibi dağılmış olan kolonyal ruh ve akıl biraz sarsılırdı, izleyiciler kendileri yaşarken bu dünyada olan nice kötülüklerin sorumluluğunu paylaşır, üzerine biraz kalp talimi yaparlardı.
***
Tolstoy, romanları için sarfedeceği en verimli son yirmi yılını sanatın mahiyeti üzerine kafa yorarak boşuna harcamadı. Çünkü modern dünyanın dinsel tapınakları haline gelen sanat ortamları birçok insanî tartışmanın önünü kesiyor; seçici, evrenselci etnografik yaklaşımlarla.
Tolstoy 1897’de yayımlanan ‘Sanat Üzerine’ kitabında sanatçının görevini “açık bir tehlikeyi gören kişilere ölüm reçetesi yazmak yerine çıkış yolunu göstermek” olarak tanımlar. Görev tanımı yapmak birçok sanatçıyı ürkütse de hiç değilse sanatın keyif, avuntu ve eğlence olmadığının bilincine varmamız gerekir. Anlaşılmazlık, mükemmellik ve büyük parasal döngüler gibi zaafiyetlerle malul günümüz sanat ortamlarına işaret eder, sanatın kibrin ötesine varıp halkların içine nüfuz etmesinin zorunluluğundan bahseder Tolstoy. Sanatın kapitalist ezme-ezilme biçimlerinin bir parçası olmak yerine sınıflı toplumu, tahakküm biçimlerini yerinden etmeye; insanlığı kaderde tasada iyilikte ortaklaştırmaya yönelmesi gerekir. Günümüzde şiddet kaynağına göre kabul ya da ret görürken sanatın işi bunu gerekçelendirmek ve insanları bunun doğruluğuna ikna etmek olmamalı, üzerimizdeki önyargıların ağırlığını atıp bizi hafifletmeli ve güzele güzel, çirkine çirkin diyebilmenin önünü açmalı. Dünyada şiddetin egemenliği kimden gelirse gelsin, kimi hedeflerse hedeflesin çirkindir mesela. Bu boyunduruğa son verip egemenliği ilahi olana verecek bir yaklaşım lazım. Sanatçıların aziz mertebesinde görülüp Tanrı’yı ortadan kaldıracaklarının düşünülmesi son derece çocukça. Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nde büyük bir saygıyla dolaşıyor ve resimlere bakıyorduk ve bazı görevlilerin bununla yetinmeyip hala “lütfen sessizlik” diye insanları uyarmaya kalkışması kabul edilemezdi. Kiliseler boşaldıkça mabet ihtiyacı buralara yöneltilmiş.
***
Sanatın işlevi insanlar arasındaki uzaklıkları mesafeleri çatışmaları gidermek, duyguları yaklaştırmak, “başkaları” ortak bir hissiyata doğru sürüklemek değilse nedir? Kolonyalist kültür politikalarının en inandırıcı sahnelerini kurgulayıp tedavüle sokan sanat anlayışının müzelerde yaratıldığı söyleyen Ali Artun son derece haklı. British Müzesi’nin her yönüyle son derece yetersiz İslam bölümünün girişine Endülüs’teki Müslümanlara haddini bildiren İspanyol Kraliçe İsabel’le başlaması manidardı mesela.
Trump’ın yedi Müslüman ülke halkının ABD’ye giriş yasağına karşı durmak için MoMA’nın bu ülke sanatçılarının bazı işlerini açıklamalarla birlikte müzenin göz alıcı yerlerine yerleştirmesi önemli bir çıkış. 1929’da açılan MoMA elbette kıymetli; nice insanın emeği, aklı, ruhu var işin içinde. Dünyanın bütün milletlerinden sanatseverlerin, hassas kalpli insanların ziyaretgâhı. İşte tam da bu yüzden vizyonunu ne kadar geniş tutarsa o kadar muteber olur.