Fatih Camii’nin geniş avlusunda bir kanepeye oturmuş ağlayan kadını gördüm ilkin. Kızkardeş kaybetmenin tarifsiz ağırlığıyla sessiz gözyaşları döken Seza Barakat bint Abdullatif. Şam Üniversitesi Arap dili edebiyatını bitirdikten sonra yıllarca Arapça öğretmenliği yapmış önemli bir akademinin müdürlüğünü yürütmüştü. Irak ve Filistin halklarının hakkını korumak için kurulan ‘siyonizmle mücadele ulusal derneği’nin üyesiydi. Mavi Marmara’ya can pahasına binen gazi kadınlardan biri. Onu Suriye’yi yerle bir eden savaştan önce, Aralık 2010’da Zahide Tuba Kor’un söyleşisiyle, can verilen Gazze gemisine binme hikayesiyle tanımıştık. Kor’un ‘İsrail’in tehditlerini duymuştunuz, bu sizi düşündürmedi mi’ sorusuna ‘evet ama boyun eğmek istemedik, ölürsek şehit olurduk, kalırsak da ambargoyu kaldırmış olacaktık, Filistin halkına borcumuzu ödeyecektik iki halde de’ diye cevaplamıştı. Filistinlilerin özgür onurlu yaşama hakkı için birçok dinden insanla hatta ateist gönüllülerle birlikte şevkle gemiye binmişlerdi. Yaralılara nasıl baktıklarını, sonra elleri kelepçelenerek gemiden nasıl çıkarıldıklarını anlatıyordu. Mavi Marmara derin izler bırakmış onda, Peygamberimizi Mescid-i Aksa’ya taşıyan Burak gibi görüyordu gemiyi. Bunu ve gemi yolcularıyla yapılan daha birçok söyleşiyi Zahide Kübra Kor’un Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük kitabından okumak lazım.
İslam dünyası küçük hesapları bir yana bırakmış, hak ve adalet duygusu gelişmiş evlatlar yetiştirmeyi önceleyen güzel ailelerle dolu. Seza’nın kız kardeşi Orouba da ablası gibi savaş öncesinde muhalifleri cezaevlerine dolduran rejimin karşıtı, sonrasında Özgür Suriye Ordusu’nun destekçisiydi. Suriye cezaevlerindeki insanlık dışı koşulları anlatan bir belgesel yaptığı için savaştan önce ülkesini terk etmek zorunda kalmış, Londra, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Amerika derken ABD’de dünyaya gelen kızı ile son durak olarak İstanbul’a yerleşmişlerdi. Burada kardeşleri arasında güvende olacaklarına inanmışlardı demek ki. Cenazeye gelen Şehir Üniversitesi’nden arkadaşları Siyaset bilimini yeni bitiren Hulla’nın geleceğini Türkiye’de gördüğünü söylediler. Seza hanım Orouba’nın barışa, özgür bir Suriye’ye, adalete olan özlemini dile getirirken, konuşma yapan yakın arkadaşı Fatıma Hüseyin onun etkili bir ses ve bir ordudan daha güçlü bir kadın olduğunu vurguluyordu. Cenaze namazı esnasında durgun havanın değiştiğini güçlü bir esintinin çıktığını bilmem fark etti mi hazirun? Gerçekten tertemiz halis niyetli fedakar mümin kadınlarla karşı karşıya oluşumuzu hissetmemek ne mümkün.
Musalla taşının gerisinde sırtını kadim caminin duvarına vermiş ağabey taziyeleri kabul ediyordu. Yanında amca ve teyze çocukları. Avluyu dolduran iyi eğitimli muhalif Suriye halkının profili, bugüne kadar kamuoyuna yansıyan görüntü ve imajlardan ne kadar farklı. Bir kez daha artık bir parçamız olmaya başlayan mültecilerin düşünsel birikimini ortaya koyan, ressamlarını müzisyenlerini edebiyatçılarını siyaset bilimcilerini nazara veren yaklaşımların ve çabaların yetersizliğine hayıflandım. Kendi aramızdaki farklı fikirleri işitemediğimiz gibi, onların bütün bu olup bitenler hakkında ne düşündüklerini, ülkelerinin, Türkiye’nin ve bölgenin geleceğine nasıl bir projeksiyon yaptıklarını da bilemiyoruz ne yazık ki. İlla Avrupa’ya Amerika’ya göç edecekler, sonra onları uzaklardan İngilizceden Fransızcadan çevirip okuyacağız.
Esed katil babasının yolunu izlemeyip problemleri şiddetle bastırmak yerine, talepler arasında dengeler kurmaya yönelseydi başka bir Suriye başka bir Ortadoğu olurdu. Fakat Baasçılıkta böyle ihtimaller yok ne yazık ki. Suriye’ye sivil toplumla 2003’ten itibaren defalarca gitmiş biri olarak demokratik adımlara yanaşmamasını protesto edip Esed’in görüşme taleplerini reddetmiştik. Daha sonra Türkiye yakın ilişki kurunca bunun daha iyi bir yol olabileceğini, yumuşak güçle daha iyi sonuç alınabileceğini düşündük. Erdoğan ve Davutoğlu’nu destekledik. Sonrasında AK Partili yöneticilerin de içten içe tartıştığı ve şimdi geri döndüğü politikalar var ve bu süreç önemli dersler çıkarılacak tecrübelerle dolu.
Barakat ailesinin hedef alınması bu suikastle bitmiyor; Seza hanımın yeğeni Deah Shaddy Barakat ve eşi ile eşinin kızkardeşi de 2015’te ABD’de ırkçı Craig Stephen Hicks tarafından evlerinin önünde öldürülmüş, İslam nefretinin kurbanı olmuşlardı. Ailece evrensel boyutta Müslümanların başına gelenlerin, yeryüzündeki genel insanlık krizinin aynadaki yansıması bu güzel insanlar. Belli ki cennette buluşmak için bir ahit var aralarında.
Suriyeli kardeşlerimizin dinmez yaraları taptazeyken, onlara karşı kimi kışkırtmalarda bulunan insanlar, Ortadoğu’nun ayarlarıyla oynamak, hepimizi birbirimizden ayırıp yem yapmak isteyenlere hizmet ediyor. Bir avlu dolusu çeşitli donanımlara sahip onurlu Suriyeliyi görünce ne büyük kazanç ve zenginlik içinde olduğumuzu bir kez daha onayladı aklım ve kalbim. ‘Misafir on rızıkla gelir birini yer onunu size bırakır’ hadisini de. Tasada ve sevinçte ortaklıklar kurarak cevap vereceğiz ırk kavramını icat edenlere.