2014 Mayıs’ı. Barış zamanıydı. Bir sempozyumda tebliğ sunmak üzere Hakkari Üniversitesi’ne gitmiştim. Şehrin ilçelerine yaptığımız yolculuklarda uçurumlardan geçiyor derin vadileri seyrediyorduk. Şehrin dört yanını kuşatan geçit vermeyen azametli dağlar, coşkuyla akan nehirler, karlı zirveler.
Ferit Edgü’nün Hakkari’de Bir Mevsim romanındaki gibi ince ruhlu, nice sıkıntılara göğüs geren insanlar. Bir kafede otururken genç işletmecinin dağdan topladığı nadir bulunan ters lale demetini hediye etmesini unutamam.
***
Havaalanından bazı konuşmacıları taşıyan arabamız şehre girince birden taş atılmaya başlanmasına hepimizin ne kadar üzüldüğünü hatırlıyorum. Karanlıkta görebildiğim kadarıyla çoğu oniki yaşın altında bağrımıza basacağımız çocuklardı.
***
Yine o günlerde, enerji, sağlık, eğitim, kültür, üniversite gibi yatırımlara bir yenisi ekleniyor ve Yüksekova’ya inşa edilen havaalanının açılış hazırlıkları yapılıyordu. Sosyal medyada ise Türkiye’nin Kürt halkına karşı İsrail gibi davrandığı söylemleri vardı. İsrail ne zaman yol, üniversite, hastane yapmış ki Filistinlilere. Alma verme dili bile çok saçma zaten. Hepimizin ülkesi ve her köşesine yatırım yapılması, refahın paylaşılması lazım.
***
Cumhuriyet tarihinin başından beri yaşanan acılar, inkar, nesilden nesile aktarılan olaylar var. Bu yaralı hafızayı besleyecek sloganlar, duvar yazıları, kimilerinin maksadı aşan suçları, haksız yere ölen tek bir can münferit görülmemeli. Radikal kopuşların sebebi o tek suç ya da haksızlıkla başlıyor çünkü. Hendeklere karşı durmuş, destek vermemiş olan bir halkın maneviyatının onurunun korunması en hayati mesele. Eline silah almamış insanların hayatlarının mahvolması örgütün umurunda olmayabilir ama kalp taşıyan biri için telafisi elzem olan büyük bir acı.
***
28 Şubat darbesinde medya Genelkurmay’ın bülteni gibiydi. Atılan manşetlerdeki militarist şiddet dolu haysiyet kırıcı dil arşivlerde duruyor. Bütün bu tecrübelerin ışığında eğer bu ülkede barış, demokrasi, eşitlik ve adalet samimiyetle isteniyorsa barış dilinin kurulması lazım. Dili ele geçiren nefretten daha yıkıcı bir şiddet yok.
Her etnisite inanç ve yaştan sivil insanı gözünü kırpmadan öldüren katilleri destekleyen, suçlarını mazur gören cümleler barışa hizmet etmez. “Bomba devleti kabinden vurdu” söylemi de şiddetin başarısını ima eder.
***
Devleti ve hükümeti eleştirebilirsiniz, önleme mekanizmalarını konuşabilirsiniz fakat bombayı patlatan teröristi aklayacak kadar olayın dışında görüp sonra barıştan söz etmek ikiyüzlülüğün, militarizmin son noktası. Tıpkı hendeklerin arkasındaki silahlı örgüt elemanlarına ‘direnişçi çocuklar’ diyerek yurt dışından ya da başka korunaklı mevkilerden rüzgar verip ölümlerini seyretmek gibi. Bodrumda iki yüz sivil var deyip, sivillerin çıkışını engelleyen, hayatlarıyla oynayan militanlara bu insanları bırakın dememek gibi. Yüzlerce genç hayatını kaybederken hiçbirimiz masum değiliz.
***
Televizyonlar özel harekatçıların ezmek, bitirmek, izini sürmek, itaat ettirmek söylemleriyle dolu. Irak, Suriye, İran ve Rusya’da bile izlerini sürüp yok etmek tavsiyelerinden geçilmiyor. Medyanın bu askeri dile teslim olmaması gerekir.
***
Bombaların amacı barış umudunu ortadan kaldırmak. Evlere yüreklere nefret, dehşet ve korku salmak. Kaos ve iç savaş yaratmak. Barış için söz alanların dili bile ayrımcılık ve nefret dolu çoğu kez. Medya ile ilgili hayalim, nefretin dilimizden ayıklanması için bir seferberlik başlatılması, dilin arınması ve yeni sivil bir toplum sözleşmesi yazılması. Barış, hakikat, halk ve çözüm odaklı bir gazetecilik lazım bize.