Kitap okumanın kıymetini konuşuyoruz fakat okumanın fiziki koşullarından söz etmiyoruz. Bakalım herkesin ev ortamı okumak, okuduğunu anlamak için yeterli huzur ve sessizliğe sahip mi. Elbette doğada, dikkatimizi dağıtmayan bir kuytuda, metroda, hatta bir kaldırımda her yerde okuyabiliriz. Fakat bu okuma salonlarına, kütüphanelere ihtiyaç yok demek değildir. Tersine sadece klasikleri değil güncel dünya yazarlarını takip edip kitaplarını edinen, dergileri bulunduran, çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan kütüphanelere ihtiyaç var.
Bir Ankara ziyaretimde yarım günlük bir boşluk olunca çantamda taşıdığım Roger Garaudy’nin Endülüs’te İslam adlı kitabını okumak istedim. Sakin görünenlerden birkaç kafe değiştirsem de şansım yaver gitmedi, verimli olmadı. Çünkü cep telefonu icat oldu mertlik bozuldu. Her açık alanı şahsi bürosuna çeviren bağıra çağıra saatlerce telefonda konuşup herkesi taciz eden insanlarla dolu ülkemiz. Dolmuşa binip doğruca gençlik kütüphaneme koştum. Konu derindi ve incelikli okumayı gerektiriyordu. Öğrencilik yıllarımın harika sığınağı, Kızılay, Kumrular sokaktaki Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi aydınlık ortamı, yüksek tavanı, tarihi geçmişi ve tahta masa ve sandalyelerindeki ferahlık ile ders çalıştığım, kitap okuduğum, yağmurlarda kaçtığım bir mekandı. Kütüphanenin okuma salonu kapanmış. Sadece ödünç verme bölümü açıkmış yani oturup çalışmak yok. Peki kitap okuyacak çalışacak başka bir kütüphane var mı çevrede. Gençlerin en yoğun yaşadığı, insan akışının en fazla olduğu yerde kütüphane yok. İhtiyaç var mı diyeceklere şunu söyleyeyim ki bu kütüphanede iğne atsan yere düşmezdi, öyle kalabalıktı müdavimleri.
Sıcakta yokuş yukarı Kocatepe’ye doğru yürümeye başladım. Caminin etrafında kütüphane olabilir diye bir önsezi belki. Evet küçük bir okuma salonu vardı, huzurlu da bir yerdi ve lise çağlarındaki gençlerle tamamen doluydu. Kitabımı okuyabilmek için zar zor bir yercik bulabildim. Ev kadar samimi ve içtenlikle yönetilen bir yer. Fakat sessizlik hakkı bilinci yerleşmeli; görevliler ziyarete gelmiş ahbaplarıyla yüksek sesle sohbet ederse, öğrenciler de kendi aralarında konuşup ortamı ihlal etme hakkı kazanır.
Peki neden her türlü eğlencesi restoranı lüksü düşünülmüş Çukurambar’dan kalkıp buralara gelmek zorunda kaldım. Bir salon, raflarda kitaplar, bir de çay makinası sağlamak neden bu kadar zor? İstanbul’da da Anadolu’da da durum aynı, çok ciddi manada kütüphane kıtlığı var. Bağlarbaşı’ndaki İsam bir araştırma kütüphanesi. Fakat başka seçenek olmadığından sadece elindeki kitabı okumak ya da ders çalışmak için buraya gelmek isteyen, kısıtlı imkanlar ve masa sayısı yüzünden kalbi kırılan sayısız genç insan var. Kütüphanelere duyulan derin ihtiyaç, “açtığımızda kimse gelmiyor” fikriyle geçiştirilemez. Mesela Üsküdar Belediyesi’nin eski nikah sarayını restore ederek açtığı Sahil Nevmekan’ın aşağı kat kütüphanesinde boş bir yer bulmak imkansız. Günün her saati okuyan çalışan gençlerle dolu. Üst ve alt kattaki kitaplarla oldukça zengin bir kütüphane oluştuğunu söyleyebilirim.
Halk kütüphanelerimiz sayı ve imkan olarak yetersiz. Kültür Bakanlığının tanımlanmış yükümlülüklerine göre 50 bin nüfusu olan her yerleşim yerine bir kütüphane yapılması gerekiyor. Anadolu liseleri ve üniversite sınavına hazırlanan gençler evlerinde her zaman sessiz sakin huzurlu bir ortamda ders çalışma imkânı bulamıyorlar. Başka sınavlar da var. Tıp doktorlarının TUS imtihanı, mali müşavirler, hâkim ve kaymakam adaylarının sınavları diye çoğaltabiliriz. Bu kıymetli adaylar sınav için çalışmaya gelmişken raflarda dolaşıp onları farklı dünyalara çeken edebiyat ve sanatla da buluşmaları ne kadar güzel olur.
Sonuçta sözünü ettiğimiz her mahalleye İSAM, IRCICA, Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi, Koç ve Sabancı Üniversitelerinin kütüphaneleri gibi muazzam imkanlarla dolu mekanlar açılması değil. Fakat kültür bakanlığının öncelikle turizmden ayrı örgütlenmesi gerekir. Kütüphaneciliği geliştirmemiz için dünyanın deneyimine açık, fakat özgün, ihtiyaca yönelik çekici politikalara ihtiyacımız var. Bu konuda en fazla yazan konuşan yol gösterenlerden biri sevgili arkadaşım Fatma Barbarosoğlu. Nihayet dergisinde kadınların ihtiyacını dile getiren bir paragrafıyla noktalayalım yazıyı:
“Anneler, kardeşler, kızlar, eşler ille de kütüphane ister. Evdeki ortam düzenli olsun ister. Üst üste yığılmış kitaplar olmasın ister. Kadınlar kütüphane ister, ama bu istek sadece evin içindeki kütüphane değildir. Yürüme mesafesinde bir semt kütüphanesi, insani ihtiyaçlara cevap veren bir halk kütüphanesidir istenen. Kadınlar ille de evine yakın kütüphane ister. Bir yaşam alanı olarak, bir cazibe merkezi olarak kütüphane ister. Yarıyıl tatilinde, yaz tatilinde çocuklarını emniyetle götürebileceği, ödünç DVD alabileceği, kitap alabileceği; müzik, resim, el sanatları kursuna katılabileceği, yaşıtları ile edebiyat, bilim ortamında buluşabileceği bir mekan olarak kütüphane ister.”