Artık tarihe tanıklık etmek istemiyorum diyor biri. Bunun mümkün olmadığını biliyoruz.
Medyayla bütün ilişiğimizi kopardık diyelim, olanların bilgisi her yerden, pervazlardan, bacalardan, kapı altlarından sızıp bulacak bizi. Misal korona günlerinde balkondan balkona birbirine şarkı söyleyen İtalyanların hüznü kalbimizi bir yerden yakalayacak ve içine doğduğumuz zamandan kaçmanın mümkün olmadığını göreceğiz. Hiç kimse çağdaşlarının akranlarının dünyasından kaçamaz. Hız ruhumuzu ezip geçiyor, bir ayı sıkıştırılmış üç yıl olarak yaşadığımız oluyor, bu doğru. Buldukları her şeyi mesela yarasaları bile yemekle suçlanan Çinlilerden dünyaya-ilk kez Aralık ayında Vuhan şehrinde görülen- Covid-19 virüsü yayıldı. Bir hafta önce 11 Mart’ta Türkiye’de tek bir korona vakası açıklandığında ise hiç kimse ciddiye almamış, bize bir şey olmaz aymazlığından geri adım atan çok az olmuştu. Birkaç gün sonra tarih birden hızlandı, vaka sayısı 47 olarak açıklandı, alayvari yüzler ciddileşti, önlemleri küçümseyenler evine kapandı. Camilerde Cuma ve vakit namazları kılınmıyor, kafeler ve bütün toplu eğlence merkezleri kapalı, okullar tatil, şu an sokakta sadece birkaç kuş uçuyor o kadar, işler evden online yürütülecek mümkün olduğunca, işyerleri kapanmayanlar öfkeli, şimdilik gönüllü karantina ve tecrit günleri var ama ufukta kısa sürede sokağa çıkma yasağı görünüyor. İşler yüzünden evde kalamıyorum, evimi özlüyorum diyenlerin hasreti iki günde dindi ve kaygı bozukluğu ve depresyon için önlemler, evde kalma günlerinde ruhumuz ne olacak tartışmaları başladı. Her biri bir başlık açıp konuşulacak alt üst oluşlar.
Kariyer, konformizm, ayrıcalık, eşitsizlik, uzun yaşama, biriktirme, ele geçirme arzularının üzerinden buldozerlerle geçiliyor sanki. Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron büyük bir savaş yaşandığını, ülkede gaz elektrik ve su faturalarının askıya alındığını açıkladı. İspanya’da ise bütün özel hastaneler acil durum gerekçesiyle kamulaştırıldı ve bir anda sağlıktaki ayrıcalıklar son buldu. Kapitalizmin en büyük kalelerinden olan fahiş fiyatla sağlık satan kurumlar, bir anda çökebiliyor. İtalya’da sağlık çalışanları yaşlı hastaların tedavi alabilmek için yalvardığı kaydını geçti. Devlet yaşa değil ama iyileşme ihtimaline bakarak kıt imkanları kimin için kullanmaları gerektiğine dair, doktorları etik bir tercihle baş başa bırakmış durumda. Hiçbir ülke böyle büyük bir salgın karşısında yeterli sayıda yoğun bakım ünitesine sahip değil ve hayat neredeyse başka bir insanın vicdanına kalmış. Gazetecinin teki alt metninde Çin’i öven bir konuşma yapıyor, hiçbir demokratik ülkede yapılamazdı dediği, hastaları karantinadan kaçanları infaz vakaları için. Brezilya’da korona sayısı hızla arttı ve tedbirler yetersiz olduğundan işler hemen kontrolden çıktı, yüzlerce mahkum cezaevinden kaçmaya başladı. İran’da ise bakan ve cumhurbaşkanı yardımcısı düzeyindeki yetkililer dahil birçok insana bulaşan virüs epeyce can aldı. Ülkeye uygulanan ambargo yüzünden en hayati tıbbi malzemelere ulaşılamıyor, virüsün hapishanelerdeki bulaşmasını önlemek için 85 bin tutuklu serbest bırakıldı. ABD’de silah ve cephane satışlarında büyük bir artış var. Ne yapacaklar acaba, Walking Dead filmindeki gibi virüse yakalananları zombi ilan edip sokaklarda vuracaklar mı? Dünya Sağlık Örgütü başkanı “test yapın” diye haykırıyor ama test bu günlerde en zor bulunan kimya. İngiltere ölümlü vakalara rağmen karantinayı başlatmıyor, “yaşlılar doğal yoldan elensin mi istiyorsunuz” öfkesine hedef oldular bile. Avrupa’nın bazı şehirlerinde askeri araçlar dolaşıyor. İçinde koronalı hasta bulunan hiç kimsenin kabul etmediği bir İngiliz gemisini Küba, “tedavi insan hakkı” diyerek kabul etti ve hastaları tedavi edeceklerini duyurdu. Bu mütevazı ülkede yirmi farklı aşı üzerinde de çalışma yürütüyorlarmış. Sokağa çıkma yasakları hergün yayılıyor ve sıra bakalım bize ne zaman gelecek. Amerika’dan ses gelmemesi düşünülemezdi. Geliştirdikleri ilk aşıyı Washington eyaletindeki Kaiser Permanente Araştırma Merkezi’nde 4 sağlıklı birey üzerinde deniyorlar. Ekibin başındaki dr. Lisa Jackson biz artık “koronavirüs takımıyız” demiş. Bu kısa özeti en başta kendime küçük bir günlük olsun diye yazdım, yaşananların hızı o kadar korkunç ki bir hafta sonra ne halde olacağımız belli değil ve buraya nereden geldik unutabilirim. Çünkü daha birkaç hafta önce gündemimiz Suriye, mülteciler ve yaşanan savaş kıyametiyle doluydu.
Tecrit karantina izolasyon gibi ürkütücü soğuk kelimelerden sonra önlemlerden söz ederken “toplumsal uzaklaşma” yerine “geçici bireysel mesafe”den söz etmek daha mı iyi gelir ruhumuza acaba? Kamusal kopuşun geri dönüşsüz büyük sonuçları olabilir. İnsan insanın ölümü insan insanın cehennemi duygusu yer ederse buradan küresel bir vahşet doğar. Oysa bu felaketten ortak insan sızısına dönerek, dikkatimizi bizi ayıran farklılıklara değil, istemsiz varoluş hikayesine odaklayarak birlikte çıkabiliriz. Ortak kurtuluşu el birliğiyle örgütlememiz gerekir. Belli ki insanın tek bir hikayesi var, küçük parçalar koparıp yaşadığımız.