Anadolu’yu gezerken sade duru bir mimariyle hüzün dolu yapı taşlarıyla inşa edilmiş eserlerle karşılaşırız. Alparslan’ın 1071 Malazgirt zaferini başlangıç kabul ettiğimiz Anadolu Selçukluları unutulmaz izler bıraktılar. Başta Konya, Kayseri, Sivas olmak üzere Malatya, Niğde, Amasya, Sinop, Manisa, Antalya ve Kütahya gibi şehirlerimizdeki nadide camiler, mescitler, bilim ve düşünce hayatının merkezi medreseler hâlâ ışık saçıyor. Anıt mezarlar da ilham verici; dört duvarının üzeri kubbe ile örtülü türbeler, silindirik çokgen gövdeli konik veya piramit biçiminde kümbetler görenleri iki dünya arasındaki büyük boşlukta incelikle akletmeye çağırıyor sanki.
***
Sonra halkın yaptırdığı köşkler, saraylar, hanlar, kervansaraylar, darüşşifalar, çarşılar, hamamlar ve köprüler. Bu eserlerle karşılaştıkça hepimizin aklından geçmiştir, böylesi ilham verici eserlerin hatırlattığı yaşantıya, kültürel ve insani birikime neden yeterince vakıf değiliz, mimariden desene, yönetimden toplumsal hayata nice açılımlara vesile olabilecek eşsiz kaynaktan neden yeterince yararlanamıyoruz.
Büyük Selçuklu devletinin 1035’lerde Selçuk Bey ile başlayıp yeğenleri Çağrı ve Tuğrul Beylerle pekişen kurulumu on yıllar sonra Alparslan’ın Malazgirt’e girişiyle neticelendi. Bütün bu aşamalarda neler hedeflendi, hangi ilkelerle hareket edildi, Anadolu’da diğer milletlerle nasıl ilişkiler geliştirildi, Osmanlı’nın zeminini oluşturan kurucu ahlak neydi, Selçuklu her yönüyle ele alınmayı hak ediyor. Birçok çalışma var zaten, sadece daha çok güncellenmesi ve hayatımıza, kültürümüze eşsiz bir tecrübe alanı olarak girmesi lazım.
Türkiye’nin mevcut sert politik ikliminden biraz uzaklaşıp ince işlere zaman harcayabilen insanlar gerçekten takdire şayan. Bağımsız Sanat Vakfı kurucu başkanı ressam Hülya Yazıcı ve arkadaşları sessiz sedasız Anadolu’yu dolaşıp Selçuklu eserlerini incelediler. Bu geziden güzel bir verimlilik ortaya çıktı ve sanatçılar yapılardan aldıkları ilhamla, detayları güncelleyen çalışmalar ortaya koydular. Sultanahmet’teki mekanlarında açılan ‘Anadolu Selçuklu Mirası ve Güncel İmgeler’ sergisinde bu çabanın güzel örnekleri var.
‘Bellek Kaybetme Korkusu’ başlıklı grup çalışmasının koordinatörü Engin Beyaz, pamuk malzeme üzerine bezeli desenlerinden oluşan çalışmayı tanımlarken yaşadıkları derin hassasiyetlerden söz ediyor. Selçuklu mimari yapılarını incelerken hayranlık ve kaybetme korkusu birlikte sarmalamış grubu. Kaybetme korkusuna, taşıma-aktarma heyecanına, tahrip edilebilen geçmişi koruma içgüdüsüne eşlik eden taşı tarihi incitmeme endişesi. Pamukla ilişkilendirmek tam anlamıyla ifade ediyor bu his ve akıl sarmalını.
Başka bir grup çalışması ‘İki Dünya Arası’ başlığını taşıyor. Yerleştirme tekniğinin kullanıldığı eserde malzeme kümbetler. Ahlat’ta görür görmez kalbimizden vurulduğumuz kırmızımtrak ya da hüzün sarısı yapı malzemesinden oluşan kümbetlere getirdikleri yorum gerçekten yol açıcı. Orta Asya çadır geleneğinin ulvî bir yansıması olan yapılar öteki âleme açılan kapılar olarak yorumlanmış. Kümbetlerin içi ve dışı iki ayrı dünyayı temsil ederken, dört pencereden oluşan formda, boş bırakılan pencereler dinlenme boşluklarını ima eder. Uyku ve dinlenme bir nevi ölümün kardeşi. Bu ara kesitler iki dünya arasında nice varoluş biçimlerine, içimizdeki sonsuz âlemlere kapı aralıyor.
Rümeysa Özcan Bediz’in ‘Kanat Üfleyen Bediz’ başlıklı dijital baskısındaki kuş motifleri Orta Asya’dan getirilen yarı Şaman kültürün, kuş bedenlerinde ve kanatlarında Rûmi bir motife dönüşmesi. Anadolu Selçuklu kültürünün önemli figürlerinden olan kuş, ölen kişilerin ruhunun kuş şeklinde göğe yükselişini, ebediyeti ve sürekliliği temsil ediyor. Bugün ise Twitter’ın imgesi bir medya ikonu kuş figürü. Bir kanat çırpışı zamanda ve alanda düşüncelerini ifade etmenin simgesi. Saraç’a göre bu sembol, geçmişin ruhlarının şimdinin mecralarında gezmesi, insanın ‘aslına dönüş’ ve ‘aslından kopuş’ arasında gidip gelmesi.
***
Nebahat Hasbahçeci’nin ‘Soyağacı’, Kifayet Özkul’un ‘Yolculuk’u, Nesibe Tutkunkardeş’in ‘Sanal Kervan’ı, Dilruba Kocaışık’ın ‘Sultana Bakan Gözlere Bakıyorum’u ve sayamadığım bütün eserler dikkat çekici. Rümeysa Özcan Saraç’ın ‘Ötüşen Satır’ başlıklı seramik çalışmasındaki şiirle bitirelim. İbrahim-i Tiflisî tarafından Anadolu’da yazılan ilk şiir notu düşülmüş:
Senin yüzünde kendi yüzümü görmek mümkün
Kemiğin içinden iliğini görmek mümkün
Karanlıkta seni görmek o kadar kolay ki, hatta
Lûtfundan dolayı bedeninde canını görmek mümkün.