İslamın iddiası nedir, insanlara ne teklif eder sorusu hiçbir dönemde önemini kaybetmiyor. Özellikle de gençlerle konuşurken bu konularda kafaların bir hayli karışık olduğunu görmek mümkün. Adalet duygusunun zayıfladığı dünyada, insanlarda benzeriyle yaşama eğilimi güçlenirken bir dinin, müntesipleri kadar tabi olmayanlara ne vaat ettiği de önemli. Günümüz dünyasında halklarda kendini başka olanlara kapatma eğilimi giderek artıyor. Bir yandan da yaman bir mesele olarak vatansız, milliyetsiz hatta evsiz insanların sınırları zorlayışına tanık oluyoruz.
İslam dünyasından Batı’ya akış analiz edilirken Batı’nın işgalci, savaşçı, emperyal, adaletten uzak tutumu gündeme gelecek elbette ama buna verilecek cevap intikam dışında bir şey olmalı. İslam dünyası neden saldırıların ve yıkımların hedefi en az yüz yıldır? Tarihte yaşanmış meseleleri çatışmaları, günümüze taşımaktan ve sürdürmekten neden kaçınamıyoruz? Doğal halimize kalsa gündelik hayatta insanın kimliğine kültürüne diline bakmaksızın eşit ve adil davranma geleneğimizi hangi noktada yitirebiliyoruz? Peki vahyi bilgi ve aydınlanma yeterince net değil mi ki İslam dünyasında aynı ayetlerden taban tabana zıt çıkarımlarda bulunmak söz konusu olabiliyor?
Bunun gibi sayısız soru üzerine tekrar düşünülmeyi bekliyor. Yaşadığımız kötülüklerin, basiretsizliklerin, çatışmaların çözümü için aynaya bakmak Batı’nın egemenlikle ilgili ihtiraslarına ve komplocu tavırlarına bel bağlamaktan daha verimli olacaktır.
***
Buhranlarımız kitabında Said Halim Paşa İslam’ın, geldiği dönemin zayıflayıp sönmeye yüz tutmuş medeniyetlerine nasıl taze bir hayat verdiğini anlatır. Dinin dirilten ve yenileyen kudreti sayesinde bu milletler yeniden canlanarak daha önce hiç görmedikleri bir medeniyet seviyesine yükselmişlerdir. İnsanlığa adalet eşitlik ve bilgi bahşedilmişti. Medine’den başlayan sonra Batı medeniyetinin de gelişmesine yardım eden bir inkişaftı bu. Said Halim Paşa’nın yüz sene önce dediği gibi İslam’dan önceki hayatları andıran bir yaşama sürüklendik zamanla. Bunun emareleri şimdi de mevcut.
Müslüman milletler mütemadiyen değişmekte olan zamanın zaruretlerini dikkate almamış, bu değişmeyle meydana çıkan yeni ihtiyaçların, ancak dinlerini daha yüksek ve verimli tarzda tefsir ve tatbik etmekle karşılanabileceğini görememişlerdi. Halim Paşa’ya göre Batı’yla sürekli nefretleşme içinde olmak da gücümüzü zayıflattı. Kendimizi başkası üzerinden tanımlamak yerine özgünce kendi ilkelerimizin ışığını ortaya koymamız lazım.
***
Muhammed Hamidullah İslam’ın başdöndürücü bir hızla yayılışında etkili olan gücün adalet, güven ve hakkaniyet olduğunu söyler. Ulaştığı yerlerde İslam dinine mensup olmayanların da hakkının teslim edilmesi önemli. Din ve vicdan özgürlüğünün garanti altına alınması, menkul ve gayrı menkul mallarının tasarrufunu ellerinde bulundurmaları, kendi hukuklarını tatbik imkanının verilmesi, özel teşebbüs hürriyetinden yararlanma hakkı kalplerini kazanmayı sağlıyordu. Batı ülkelerinin haksız, adaletsiz, işgalci tutumu bize ilkelerimizi unutturmamalı. Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi insan ölünce değil düşmanına benzeyince yenilmiş olur.
***
Günümüzün meselelerine ışık tutacak bizi temel değerlerimizle buluşturacak ilmi çabalar çok kıymetli. Mesela İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği İslam Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihad sempozyumu, günümüzün can yakıcı çatışmalarına ışık tuttu. “Cihat” kavramının, cihat atıf ve cümlelerinin tarihte ve günümüzde nasıl anlaşıldığını masaya yatıran sempozyum, İslam anlayışlarına ayna tutmayı, doğru yaklaşıma ulaşmayı amaçlıyordu.
Prof. Mustafa Öztürk’ün dediği gibi nasıl oluyor da hoşgörü, toleranslı davranma, bağışlayıcı olma, hatta alttan alma gibi tutumları öğütleyen ayetlerin hepsi hükümsüz kılınıp, sadece tek bir ayet, o da bağlamından koparılarak sürekli çatışma pratiğine dayanak olabiliyor. Nihai hedefi ebedi barış olan İslam’ın güncel yorumlarına ihtiyaç çok büyük.