Hüseyin Su’dan Gülşefdeli Yemeni

Yıldız Ramazanoğlu

Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği Uluslararası 2. Öykü Festivali’nde yine dünyanın hikayesi harman oldu, başkalarının hakikatine eğilmenin güzelliği yaşandı. Emeği geçenleri başta başkan Murat Aydın olmak üzere içtenlikle kutlarım. Katılımcıların hikâyelerinden söz edecektim ama festivalin onur konuğu Hüseyin Su’nun festival kitabının açılış metni olan Gülşefdeli Yemeni Hikayesini yıllar sonra tekrar okuyunca kendimi ona odaklanmış buldum. Diğer yazarları ve hikayelerini başka bir yazıda ele almak isterim. Cemil Meriç’in dediği gibi edebiyat iki insanı ya da iki milyar insanı birbirine sevdirmek ve yabanlığı kaldırmak içinse Su’nun hikayesi bana hayatımızdan gelip geçen ya da hala yakınımızda olan nice insanları tekrar hatırlattı ve sevdirdi.

Hüseyin Su, kendisi için çekilen belgeselde de birçok kişinin teslim ettiği gibi hayatta yazdıkları ve iddiasıyla uyumlu duruşu ve sabırlı çalışkanlığıyla bir yazardan çok daha fazlası. Dergi geleneğinden gelen, yazının inanç noktasında sorumluluğunu taşıyan biri olarak Türkiye’nin en çalkantılı zamanlarından birinde, 28 Şubat sürecinde Hece Dergisi’ni (ocak 1997) çıkarmaya başladı ve her birisi kalıcı olan nice sayılara imza attı. Gençlerin yetişmesinde rol oynamak, onların ilk çalışmalarını yayınlamak da ayrı bir fazilet. Hatta emek verdiği Hece Yayınları ve Hece öykü dergileri de sessiz sedasız edebiyat sanat ve kültürümüzün yapıtaşı oldular.

***

Hikayeye dönersek; karakter, bir kerecik görüp bağlandığı nişanlısını askerde kaybeden, sonra kimseye dönüp bakmayan hala. Anlatıcı yeğeni hayatı boyunca etkileyen bu mahzun kadın, yatmadan önce abdest alıp odasına çekilen gece geç vakitlere kadar ışığı yanan, hayatı herkesten farklı bir süzgeçle süzmüş biridir. Sığındığı korunaklar, değer yargıları bambaşkadır. Şöyle der anlatıcı genç: “Bize dokunan ona pek dokunmuyor, bizi yıkan onu yıkamıyor belki yalnızca sarsıyordu. Onu yıkan ve yakan şeyler de bize kâr etmiyordu. “

Evin misafirle, garip ve dertlilerle dolup taşmasını, kapının hiç örtülmemesini, sadece ailenin ve yakın tanıdıkların değil, halanın uzak yakın bütün mahallelerin de halası olmasını sağlayan şey; insanların acısını alan, kalbini hafifleten sabrıdır. Çocuk, genç, yaşlı demeden herkesi canı gönülden dinlemesidir. Kızlar rüyalarını ona yorumlatmak ister, hamile kadınlar selametle doğum yapmak için ona okunurlar. İnsanlığın en büyük ihtiyacı, kendisini içtenlikle dinleyecek birini bulmak. Michael Ende’nin Momo romanındaki küçük kız gibi belki. İnsanlar ona dertlerini anlattıklarında ne kadar uzun konuşurlarsa konuşsunlar onları dinler ve bir tek kelime söylemez ama anlatıcı kendi sesinin içinden bulup çıkarır derdinin devasını.

Hikayenin halası da pek konuşmaz ama anlatıcı yeğen onun iç sesini tahmin etmeye çalışır, konuşsa ne söyler acaba sabah akşam evi dolduran insanlara: Sabret her şey geçer, Allah kerim kalbini bozma, ne istersen O’ndan iste, ne verirse O verir, biz neyiz ki, kulun elinden hiçbir şey gelmez, deniz insanın malı olsa yanmışa bir bardak su vermez, gibi birkaç sözcük.

***

Neredeyse nesli tükenmiş sadakatlerden söz eder hikaye. Hayatında bir kez o da su yolunda gördüğü sonra askerde ölmüş, öldüğü yerde toprağa verilmiş nişanlı. Ölüm sebebi olarak dile getirdiği “inceağrı” halada anlaşılmaz derecede incelmiş bir sevgi ve sadakate dönüşmüş. Verem iması savaş yıllarından bir çağrışım. Halayı anlatıcının annesi de dahil akraba tanıdık tanımadık herkesin incitmemek ve kırmamak için çabalaması, annenin onu görümceden çok öz abla gibi algılaması, baba evinden sonra erkek kardeş evinde de hoş muamele örfümüzün yitmeye yüz tutmuş güzelliği.

Yazarın içten ve sahici anlatımı karşısında halanın miski amber kokan odasının kokusunu ta içimizde duyar, dolapsız odada birkaç çiviye asılmış elbiselerin üzerine örtülmüş işlemeli örtünün mübarekliğini hissedebiliriz. Yeğenleri evlendikçe kendi evliliği için dizdiği çeyizini gizemli sandığından çıkarıp teker teker pay etmesi ve verdikçe hafiflemesi, sahip olma biriktirme değil var olma kültürüne gönderme. Edebistan.com’da öykünün geniş bir çözümlemesini yapan Ömer Lekesiz’in dediği gibi hikaye “maziseverlik” ile sınırlanamaz. Geçmişle bugün arasında köprüler kurabiliyor. Halayı değersiz gören, onun yaşadığı farklı boyuttaki yüce ahlaka bigane olan nişanlısından ayrılan yeğen de yol çatallanınca yapılacak tercihlere dair bir işaret gibi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.